19 Ağustos 2010 Perşembe

LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun Che Guevara tâcirliğinin ilk sunumudur...

"Tuncer Cücenoğlu'nun kendisi ve oyunları artık beni hiç heyecanlandırmıyor!" Erbil Göktaş

Hilmi Bulunmaz
19 Ağustos 2010


Aşağıda okuyacağınız yazı, bir eleştiri yazısı değil, sâdece bir izlenim yazısıdır!

Türkiye tiyatrosunun hızla, hem de şimşek hızıyla kirlenmesinin birincil nedeni, tiyatrocuların, bırakınız sanatçı, hattâ zanaatçı olmasını, birer esnaf bile olamayacak kadar kaytarmacı bir mantıkla iş yapmaya çalışmalarıdır. Türkiye tiyatrosunda egemenlik kuran esnaf zihniyetine bile sahip olamayan bu kişiler ve bu kişilerin yönlendirdiği kuruluş ve kurumlar, doğaları gereği, devinimden yana değil, durağanlıktan yanalar.

Her şeyi, "Tanrı Baba"dan, "Devlet Baba"dan, "Belediye Baba"dan, yâni yukarıdan, tepeden, yamaçtan beklemeye koşullanmış bu zavallı, bu edilgen, bu tembel tiyatrocular, Devlet Tiyatroları, Şehir Tiyatroları gibi kuruluş ve kurumlara sırtlarını yaslamasalar, bu kuruluş ve kurumların dış kapılarının dış mandallarının hemen altında bulunan paspasların altına kıvrılıp yatmasalar, evlerine, küflenmeye yüz tutmuş iki bayat ekmek ve kurtlanmaya yüz tutmuş iki yüz elli gram yağsız beyaz peynir bile götüremezler.

Örnekse,
LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, oyun demeye bin şâhit gerektiren, defolu oyunlarını, Lemi Bilgin yönetimindeki Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne ve Ayşenil Şamlıoğlu yönetimindeki İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'na kakalamasa, bırakın "Akdeniz Evleri"nde "villa" sahibi olmayı, evine, yarısı çürük iki kilo mandalina bile götüremez.

Gerçek hayâta hiçbir müdâhale etme olanağı bulunmayan oyun yazarlarının başında gelen
LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, hangi konuya el atsa, hangi izleği işlemeye yeltense, hangi tarihsel kişiyi kâğıda dökmeye ve dolayısıyla sahneye yansıtmaya çalışsa, son derecede yeteneksiz biri olduğu için, asla başarılı olamıyor. Ancak, kendisi gibi yeteneksizler ordusunun işgâl ettiği Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları dramaturgları sâyesinde piyasasını tam olarak asla kaybetmiyor. LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun birçok oyununu okumuş ve onun bâzı oyunlarını izlemiş biri olarak, şunu çok rahat ve çok net bir biçimde söyleyebiliyorum: LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, bırakınız oyun yazarı olmayı, bırakınız yazar olmayı, hattâ bırakınız sıradan bir yazar olmayı, herhangi bir adliyenin önünde dilekçe yazan bir arzuhâlci bile olamayacak kadar hayâtı boş geçmiş, hayâtı es geçmiş, hayâtı ıskalamış, gerçekliği duyumsamamış, emeğin ne olduğu konusuna asla kafa yormamış bir dil, bir düşün ve bir esin yoksunu.

Sanal âlemde yaşayıp, banal oyunlar yazan
LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, resmî tiyatroları işgâl etmiş yeteneksiz dramaturg ve düzeysiz yönetmenlerin inisiyatifi doğrultusunda bir uzman çavuş gibi hareket ettiğinden, ele aldığı konuları, bir gram bile duyumsamadan, işlevsiz izlekler hâline getirmeye çalışıyor. LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, sâdece para kazanma isteği içerisinde olduğu (gişe gelirinin yüzde kırkını aldığı), malını pazarlayan bir tâcir gibi davrandığı için, bu yazarımızın(!) düzeysizliğini, yüzeyselliğini, bir yerde anlayışla karşılıyorum. Nitelikli yapıt üretme yerine, piyasa değerlerinin dayatmasına göre, âdeta ihraç fazlası defolu mallar gibi oyun üretmek zorunda olmak, hiç de övgüye değer bir durum değil.

Herkes yazar olmak, herkes iyi bir yazar olmak, herkes devrimci bir yazar olmak donanımına sahip olmayabilir. Ancak, benim bu esneklik anlayışımın sınırı, "devrimci değerleri kişisel arzuları için kullanma noktası"na kadardır. Devrimci değerlerin taşıyıcısı kişi, kuruluş ve kurumları, gerçekçi, somut ve emekçilerin çıkarı için oyun hâline getirmek yerine, bu değerleri "oyuna getirmek" için çabaladığı ân,
LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun karşısına çıkar, yakasına yapışırım. LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, asal işinin oyun yazarlığı olduğunu îlân ettiğine göre, oyun yazma işini gerçekten ciddîye alıp, bu konuda yoğun bir emek harcamak zorunda. Oysa, LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, malının satılacağına emin olan bir tâcir edâsıyla, diğer bütün oyunlarında yaptığı gibi, "Che Guevara" oyununda da aynı boşvermişliği, aynı kaytarmacılığı, aynı sallapatiliği yine yeğlemiş; bilimsel gerçeklere, somut belgelere yaslanacağına, âdeta sayıklamalar biçiminde kâleme aldığı "Che Guevara" oyunundaki "tip"ler, lunaparklarda bulunan sihirli aynalardaki görüntülerin ötesine asla geçemiyor. Che Guevara'yı, lunaparklardaki atlı karıncalara binip şapkasını rüzgâra kaptıran küçük bir velete benzetip, âdeta karikatürize eden LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, ortaya çıkardığı bu iki boyutlu karton kişilikle, ne Che'nin sevimli hâle gelmesini sağlayabiliyor, ne de bu oyunu okuyan ve/ya izleyen kişilere devrimci bir bilinç aşılayabiliyor; kendi benliğinde bulunmayan devrimci düşünceyi, belli bir estetik dizgeyle, izleyicilere aktarması zâten olanaksız!...

Şöyle bir soru sorulabilir:
LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, Marksist-Leninist bir düşünceye sahip olmak ve Che Guevara'nın sosyalist yanını izleyiciye anlatmak zorunda mı? Tabiî ki LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun böyle bir zorunluluğu yok! Böyle bir zorunluluğu olmamakla birlikte, Che Guevara'yı da "amacına meze etmek", Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları'na pazarlamak için "Che tâcirliği" yapmak zorunda değil. LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, Che Guevara'yı "amacına meze etmek", Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları'na pazarlamak için yola çıkarsa, ona "dur" diyecek, ona karşı çıkacak, onun iğrenç bir LİNÇÇİ olduğunu anımsatacak birileri çıkar. Bu LİNÇÇİ yazara(!), hiç kimse "dur" deme cesâretine sahip olamazsa, hiç kimse bu LİNÇÇİ "Che tâciri"ne karşı çıkamazsa, ben, "dur" derim, ben karşı çıkarım.

***

Bu ayın başında, eşim ve kızımla birlikte, sekiz günlük bir tâtil yapmak için Altınoluk'a gittim. Arabamızın bagajına yerleştirerek Altınoluk'a götürdüğümüz kitapların bana ait olan kısmını okumaya yönelik olarak bir planlama yaptığım için, tâtil boyunca İnternet'e "hiç" girmemeyi düşünüyordum. Zâten kısa denilebilecek bir tâtil için yanıma aldığım bu kitapları ancak okuyabilecek bir zamanım vardı. Walter Benjamin'in "Brecht'i Anlamak" ve René Dumesnil'in "Gustave Flaubert'in Hayâtı ve Eseri" kitaplarının bir bölümünü tâtil öncesi okuduğum için, bu kitapları okumayı mutlaka bitirmeliydim. Ali Uğur'un, ABD'de kurulup ülkemize de sızan Rotary ve Lions Kulüpleri'ni anlattığı "Görünmeyen Önderler" kitabını birkaç kez okumama karşın, yeniden okumalıydım. D.H. Lawrence'ın "Bakire ile Çingene" ve Yukio Mişima'nın "Altı Çağdaş Nô Oyunu" kitaplarını da kesinlikle okumalıydım. Georges Politzer'in "Felsefenin Başlangıç İlkeleri" ve Dr. Hulûsi Dosdoğru'nun "Batı Aldatmacılığı ve Putlara Karşı Kemal Tahir" kitaplarını yarılasam iyi olurdu. Bu arada, Wolfgang Fritz Haug'un pırlanta değerindeki "Meta Estetiğinin Eleştirisi" kitabını da elimden asla düşürmemeliydim.

Bunca kitabın, onca dar bir zaman içerisinde okunması gerekirken, tabiî ki İnternet'e bulaşmamalıydım. Hele ki, tiyatro sitelerinin ayaklar altında süründüğü ve hemen hemen tümünün
LİNÇÇİ olmasının verdiği dayanılmaz alçaklıkla midemi bulandırdıklarını düşündüğümde, İnternet ortamından uzaklaşmak, bana büyük bir ruh dinginliği sağlayacaktı.

Ancak, "İnternet virüsü", bütün bedenimi ve ruhumu tutsak aldığı için, (yukarıda saydığım kitapların birçoğunu tatilimi yarıladığım bir zamanda okumuş olmanın verdiği rahatlıkla) yarım yamalak da olsa, İnternet'teki tiyatro sitelerini, yeniden "ziyâret" etmeye başladım. İnternet sitelerini ziyâret etmeye başlar başlamaz,
LİNÇÇİ tiyatronline.com sitesinde şu yazıyı okudum: "TUNCER CÜCENOĞLU'NUN CHE'Sİ. TÜRK DRAMATİK SANATINDA CHE GUEVARA, Darya PASEÇNİK..." .

Darya Paseçnik, Türkçe'yi, günlük ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar bile bilmediği için, tabii ki, Türkçe özürlü
LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun ne düzeyde, kaç ayar, kaç okka bir yazar olduğunu algılayamamış. Türkçe düşünüp, Türkçe yazamayacak düzeyde olduğu için, Darya Paseçnik'i eleştirmiyorum. Beni düşündüren sadece şu: LİNÇÇİ Yaşam Kaya'nın editörlük yaptığı LİNÇÇİ tiyatronline.com sitesinde, hiç mi Türkçe bilen biri yok? Bu zırvaların yayınlanamaz düzeyde olduğunu, Darya Paseçnik kızımıza, hiç kimse anlatmamış mı? Eğer, LİNÇÇİ tiyatronline.com sitesinde Türkçe düşünüp, Türkçe yazan hiç kimse yoksa, LİNÇÇİ Yaşam Kaya, LİNÇÇİ Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği'ne (OYÇED) telefon edip, faks çekip, e-posta atıp, bu güzel ve şirin kızımızın "Türkçe özrünü" tamir ettirmeyi aklına getirmemiş mi? Ne?!... LİNÇÇİ Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği (OYÇED) içerisinde de Türkçe bilen hiç kimse yok mu? Allah, Allah!!!

Darya Paseçnik'in yukarıda linkini verdiğim yazısını okuyunca, hemen şu bilgiyi okurlarıma sundum:
1944'den beri Tuncer Cücenoğlu adıyla tanınan LİNÇÇİ Çorumlu yazar, 31 Temmuz 2010 gününden başlayarak "Buncer Cücenoğlu" olarak da anılmaya başlandı!

Darya Paseçnik kızımız, yazısının bir yerinde
LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun baş harfini değiştirerek, "Buncer Cücenoğlu" yapmayı uygun görmüş. Peki, kızımız, bir yanlışlık yapmış olamaz mı? Olabilir! Peki, Darya Paseçnik kızımız, bu yazıyı ne zaman yayımlamış? 31 Temmuz 2010'da. Ben, bu güzel ve şirin kızımızın "Buncer"ini ne zaman gözler önüne sermişim? 5 Ağustos 2010'da. Peki, bugün Ağustos'un kaçı? 19'u! Darya Paseçnik kızımızın yazıyı yayımlamasının üzerinden on dokuz gün ve benim bu güzel ve şirin kızımızın yazısındaki "Buncer"i saptadığım günün üzerinden tam iki hafta geçmiş! Yani... Darya Paseçnik ve onun yayıncısı Yaşam Kaya, "Buncer"i, "Tuncer" yapmadıklarına göre, bu bir yanlışlık değil, işin içinde bizim anlayamadığımız bir "mizah" var demektir(!)

Evet, yukarıda belirtmiş olduğum uyarıyı yapar yapmaz bilgisayarı kapatıp, kendimi önce denize ve hemen ardından kitapların bulunduğu odaya attım. Hummalı bir okuma sürecinin ardından sıkıldığım an, yine Internet'e girme gereksinimi duydum ve "elimde olmayan nedenlerle", yine kendimi Darya Paseçnik'in ucube yazısının karşısında buldum. Bu kez, Darya Paseçnik kızımızın yazısına bir alıntı olarak eklediği Ataol Behramoğlu'un "Türkçe özürlü" paragrafı dikkatimi çekti:
"Tuncer Cücenoğlu halkın yazarıdır... Nefes alıp verir gibi bir doğallıkla yazıyor oyunlarını. Gösterişe prim vermeksizin, ün tutkusuna kapılmaksızın.Daha doğru, daha güzel bir insanlığı, daha mutlu bir Türkiye'yi özlüyor. Buna karşın 'didaktik' olmamayı da başarabiliyor. O asık yüzlü değil, iyi kalpli bir öğretmen gibidir. Güldürerek, şaşırtarak, sevindirerek, sorular sordurarak, nasıl daha doğru dürüst insan olunabileceği konusunda düşünmemizi sağlayan..."

Bu paragrafı okur okumaz,
LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nu, hiçbir yazınsal ve estetik teraziye vurmadan yere göğe sığdıramayan Ataol Behramoğlu'nun "Türkçe özürlü" görüşünü hemen eleştirdim:Şair Ataol Behramoğlu, LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun "Çığ" oyununu ya okumamış ya anlamamış yada "'Çığ' aslında nedir, neyi sarsıyor?" yazısını okumamış

Darya Paseçnik, Ataol Behramoğlu ve tabii ki
LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun canımı felaket bir biçimde sıkmasından sonra, tekrar denize girdim ve tekrar kitaplarımı okumaya başladım... Sıkılınca, yine Internet... Bu kez, çok küçük bir paragrafla, kızımız Darya Paseçnik'in yazısından küçük bir alıntı yaparak, minnacik bir değerlendirme yaptım:LİNÇÇİ ve "Che tüccarı" Tuncer Cücenoğlu "yağcısı" Darya Paseçnik, "Che fotoğrafçısı" Alberto Korda'yı ressam, "Che'nin fotoğrafını" da resim sanıyor!

Defalarca denize girmeme ve yeniden yeniden "kitaplar odası"na sığınmama karşın, büyük bir huzursuzluk içerisindeydim ve bu kez, Che Guevara'yı bir karton kişilik, bir karikatür figürü olarak gören/gösteren
LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'na küçük bir "Türkçe dersi" vermem gerekiyordu ve bu dersi lâyıkıyla verdim:LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun "Che incileri"!

Bu yazımı,
Coşkun Büktel de, kendisine ait www.coskunbuktel.com sitesinde, (LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nu oyun yazarı sanan Ataol Behramoğlu'nu eleştirdiğim yazımı tanıttığı gibi) tanıtıp, beğenisini dile getirdi.

Tatilim bittiğinde elimde bitmeyen, yarım kalmış kitap olarak sadece "Kemal Tahir" kalmıştı. İstanbul'a dönünce, bir yandan Emile Zola'nın "Meyhane"sini bilmem kaçıncı kez okurken, bir yandan da "Kemal Tahir"i okumayı sürdürüyordum. Bu arada, okuduğum kitapları, zaman zaman sitemde tanıtmaya başlamıştım. Ancak, kafamda hep "Che Guevara" kitabını okuma düşüncesi vardı. Marksist-Leninist yönelimli sosyalist bir sanatçı olduğum ve diyalektik materyalist dünya görüşünün ivmelendirdiği bir düşünce düzeneğine sahip olduğum için, Che Guevara, benim için çok önemliydi. Bu önemi kavratmak için şunu hemen belirtmeliyim: Tiyatro dünyasında bana en "yakın kişi" olan
Coşkun Büktel, geçenlerde, ben tatile gitmeden önce, "Che" dedi ve ben hemen, âdeta refleks hâlinde "Neee!" dedim. Hiç kimse kusura bakmasın, ben, sosyalist değerler için yaşayan bir sanatçı olduğum için, beni besleyen bu değerlerin adı anıldığın an, hemen tepki gösteriyorum. Biri bana "Che" derse, ama kim olursa olsun, ben hemen "Neee!" derim.

Tatil sonrası İstanbul'a intibak sürecim tamamlanınca,
LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun "Che Guevara" kitabını bulmaya çalıştık. Cağaloğlu'ndaki Sosyal Yayınları'nda (Kitap Sarayı / Net Kitap) bulamadık! Çünkü, yoktu! Sahaflar Çarşısı'nda bulamadık! Çünkü, yoktu! "Kitabın kalbi" denilebilecek bir yer olan Cağaloğlu'nun hiçbir yerinde "Che Guevara" oyununu asla bulamadık! Çünkü, kesinlikle yoktu! Sanki yer yarılmış "Che Guevara" yerin dibine girmişti. Bu durum, bende şöyle bir kuşku oluşturdu: LİNÇÇİ Mitos-Boyut Yayınları, kitapların tirajını birkaç yüzle dondurup, sadece Devlet Tiyatroları'na "çakmak" için mi yayınlıyor?

Neyse ki, imdadıma
Bulunmaz Tiyatro sanatçılarından Kâzım Şimşek yetişti ve salı günleri yaptığımız "Şiir İşliği" çalışmasına geleceği için, "Che Guevara" oyununu o gün getirebileceğini söyledi. Kâzım Şimşek, "Şiir İşliği" çalışmasına geldi ve "Che Guevara" oyununu getirdi. Bana ne zaman bir kitap satın alıp getirse, parasını almamak için oldukça inatçı davranarak beni dakikalarca uğraştıran Kâzım Şimşek, iş LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun "Che Guevara"sına gelince, bir saniye bile ikirciklenmeden, kitap için ödediği 20 TL'yi kendisine uzatırken, LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun herhangi bir kitabına para vermenin enayilik olacağını düşünmüş gibi bakıp, parayı âdeta elimden kaptı. Gayet özensiz ve neredeyse kanser olmuş bir hasta gibi zayıf olan bir kitabın fahiş bir fiyata satılması hiç hoşuma gitmedi. Âdeta kendimi soyulmuş, evime hırsız girmiş gibi hissettim.Kâzım Şimşek'e, bu kitapla ilgili olarak ne düşündüğünü sordum; tramvayda gelirken, sadece beş on sayfasını okuyabilmiş olduğu için, bir görüş belirtmek istemediğini söyledi. Yine de, ne düşündüğünü merak ettiğimi ısrarla belirtince, "Okuduğum kadarıyla, Tuncer Cücenoğlu, bu kitaba pek özen göstermemiş!" dedi. Kitaptaki "Bu bir bayrak yarışıdır / Yıllarca dalgalanacak!" dizeleri için neler düşündüğünü sorunca, Kâzım Şimşek, aslında yazarın "Bu bir bayrak, / Yıllarca dalgalanacak!" demek istediğini belirtti. Ben de, Kâzım Şimşek'e, bir yazarın ne demek istediği beni hiç ilgilendirmez; beni sadece yazılanlar ilgilendirir deyince, boynunu bükmek zorunda kaldı; daha fazla bir şey söylememesine (Sema Göktaş'a göre "Tuncer Cücenoğlu iyi bir yazar" olmasına) karşın, LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun düştüğü duruma, bir insan olarak çok üzüldüğünü, gözlerinden hemen anlayabildim.

Ve... 18 Ağustos 2010 Çarşamba sabahı okumaya başladığım, tabelasında "oyun" yazan, ancak asla ve kesinlikle bir oyun olma niteliğine sahip olmayan "bu şey", aynı zamanda "alıntı süsü verilmiş" bir çalıntıyı da barındırıyor:
En düzeysiz ürünü Çığ oyunundan sonra, "Che ticareti"ne başlayan LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, Nâzım Hikmet ve Ahmed Arif'den alıntı mı, çalıntı mı yapmış?

Nâzım Hikmet ve Ahmed Arif'ten çalınan "şiirlerin alıntı olduğu" kitabın hiçbir yerinde hiçbir biçimde belirttilmediğine göre,
LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, demek ki Nâzım Hikmet'le Ahmed Arif'in şiirlerini resmen, göz göre göre çalmış. Ancak, kitabın çok gizli, bizim göremediğimiz bir yerine bir açıklayıcı bilgi konulmuşsa, biz, şimdiden, peşin peşin özür dilemeyi göze alıyoruz. Hattâ biraz daha ileri gidip, kendimizin alçak bir insan olduğunu bile deklare edebiliriz. Nâzım Hikmet ve Ahmed Arif'ten alındığına dair kitabın herhangi bir yerinde, bir açıklama yoksa, yani bir hırsızlık varsa, LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'na, bu kitabı göğsünü gere gere yayınlayan LİNÇÇİ Mitos-Boyut Yayınları'na, bu kitabı arşivine alan Devlet Tiyatroları'ndaki dramaturglara neler sayıp sıralayacağımızı tahmin etmeniz zor olmasa gerek...

Oyunun tamamına gelince...

Ben, hiçbir kitabı yarım yamalak okuyan bir insan değilim. Böyle olmakla birlikte, hoşuma gitmeyen bir kitap olursa, o kitabı okuyup bitirinceye dek, birkaç kez, kitabı duvara fırlatıp, zaman zaman kitabın "içine tükürürüm". Ancak,
LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun "Che Guevara"sının hoşuma gitmediğini bile söyleyemem. Bu kitabı okurken, midem bulandı, başım döndü, kalbim sıkıştı, iğrenme duygusunun egemenliğinde, onlarca kez kitabın içerisine bol bol tükürdüm. Kitabı defalarca yere atıp üzerinde tepindim. Bir insan, hiç inanmadığı bir dünya görüşünü, nasıl olur da, böyle zavallı bir biçimde pazarlamaya kalkar? Bir insan, nasıl olur da, Che Guevara gibi devrimci bir önderi "Teksas-Tommiks" yada "Baltalı İlah Zagor" kılığına sokar. Bir insan, nasıl olur da, Ayvaz'ın zülüflerine tutkun Köroğlu'nun giysisine benzer bir giysiyi giydirip Che Guevara'yı "atari oyunlarının kahramanı" kılığında sahneye "çakar".

Baştan sona, kara cahil birinin cehaletiyle yazılmış bu oyun, okunamaz bir düzeysizlikte. Baştan sona hiçbir emek kırıntısı katılmamış bu oyun, sahnelememez bir düzeysizlikte. Baştan sona, tarihsel, belgesel ve bilimsel yanlışlar içeren bu oyun, piyasadan bir an önce çekilmeli. Çekilmezse, bu oyunun neden okunmaması, neden sahnelenmemesi, neden kitaplıklardan uzak tutulması gerektiğini tek tek anlatacağım.

Bu yazı, yukarıda da belirttiğim gibi, bir eleştiri yazısı değil. bu yazı, sadece bir izlenim yazısı...

Bu kitapla ilgili olarak bir eleştiri yazısı yazmaya söz vermemekle birlikte, bir de bu eleştiri yazısını yazarsam, bu eleştiri yazısının etkisiyle,
LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, İstanbul'da barınamayıp, kendisini Çorum dağlarına atabilir yada "Akdeniz Evleri"ndeki "villa"sına iltica edebilir...