28 Haziran 2012 Perşembe

LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan, dişine göre görüp, gözüne kestirdiği Melih Anık'ı sanal âlemde de olsa, âdeta LİNÇ etme operasyonuna başladı!...

Bir Eleştirmen Olarak Melih Anık’ın Düşüşü

Ömer Faruk Kurhan
28 Haziran 2012

Melih Anık’la bir polemik içinde olduğumu sananlar yanılıyorlar. Bu mümkün değil. Çünkü o bir eleştirmen, ama onu eleştirme hakkı yok. Ben bu hakkı kendime tanıyorum, o da buna çok kızıyor. Sağ olsun, eleştiri için istemediğim kadar çok malzeme üretiyor. Eleştiriye herkesin ihtiyacı olabilir ve ne yazık ki, herkesin eleştirme hakkı var.

Terzi kendi söküğünü dikemez deyişinin tipik bir bedenlenmesi. Fakat bu durum beni çok da ilgilendirmiyor. Eleştiriye açık olmayan bir insan da pek ala eleştirmen olabilir, eleştirebilir. Ben hâlâ onun eleştirmenlik vasfını nasıl kaybedip, tiyatro literatürüne yaptığı iyi kötü katkıyı araç haline getirdiğini ve başka bir amacın peşine düştüğüne bakıyorum ve buradan bazı sonuçlar çıkarıyorum.

Kendisinin eleştirdiği oyunları tanıtıma kurban etmeme kaygısını her zaman takdir etmişimdir. Eleştirilerini beğensem de beğenmesem de bu tavrın ilkesel olarak doğru olduğunu düşünmüşümdür. Fakat bu tavrın Melih Anık vakasında ulaştığı sonuç, eleştirmenliğin ötesine geçip Türk tiyatro dünyasını yönetmeye kalkması.  Bunu mesela Oyun Atölyesi ile geliştirdiği ilişkide, resmin tamamına baktığımda görebiliyorum.

Kendisinin fark edemediği, daha doğrusu fark etmek istemediği ise, bu tavrıyla haddini aştığı ve sanal bir yanılsamanın içine düşüp bir daha çıkamadığıdır. Mesela Üstün Akmen’in bir yazısını eleştiriyor (güzel de oluyor), ama sonra çıkıp TEB Başkanlığı’nı sorguluyor, hatta hızını alamayıp o koltuğu terk etmesi için TEB’e muhtıralar filan veriyor. Oyun Atölyesi’nin bir konuda seyirciyi bilgilendirmediğini fark ediyor, bunu duyuruyor ve bu da güzel oluyor. Fakat Oyun Atölyesi’ni yerden yere vurmadığı ve skandal ilan etmediği için, Mimesis’in haberciliğini beğenmiyor, gazetecilik ve yayıncılık uzmanı kesilip, komik durumlara düşüyor.

Niçin kendisine “Türk tiyatrosunun anlaşılamayan peygamberi” gibi ulu bir misyon biçtiği, absürt olduğu belli bu imajla nasıl özdeşleşebildiği sorgulandığında ise, internet ortamının yanlış ve sağlıksız kullanımının bir sonucu ile karşı karşıya kaldığımızı söyleyebilirim. Şu anda bu konuyu ayrıntılı olarak ele alma niyetim yok. Bununla birlikte, Melih Anık’ın kendisine ilişkin oluşturduğu sanal imajın sarsıntı geçirmesi karşısında yaşadığı panik ve düşüşü anlayabiliyorum. İnatla bu imaja tutunma çabası, nefret ve küfür edebiyatını tiyatro alanında normalleştirme çabasındaki yayınlarla karşılıklı yedekleşerek saldırganlığını arttırması, sanal âlemin hayali vaatlerinin çok daha güçlü ve katı bir şekilde sübjektivizmi ve narsisist kurguları kışkırtmasından kaynaklanıyor.

Son yazıları oldukça semptomatiktir. Mail üzerinden yaptığı bazı yazışmaların kendisine ait bölümlerini teşhir ediyor. Gören de bu yazışmaların, sözgelimi bilimsel bir konu üzerine derin yazışmalar olduğunu zannedecek. Fakat narsisist, ısrarla kendi mahremiyetini yüceltmek ve dünyaya mal etmek gibi teşhirci bir eğilim örgütleyebilir. Bu anlamda, Twitter ya da Facebook ya da You Tube gibi alanlar çok sorunlu bir işleyişe sahiptir ve ana akım medya da bunu kışkırtmakta, bu alanları masrafsız, zahmetsiz “haber kaynağı” gibi kullanmaktadır. Resmi yargı da bu işe alet olmakta ve mesela,  piyanist ve besteci Fazıl Say’ı baskı altına almak için Twitter’da yayınladığı bir mesajı suç unsuru gibi gösterebilmektedir.

Geçmişe baktığımda, Melih Anık’ın bu eğiliminin aslında yeni ortaya çıkmadığını anlıyorum. "Melih Anık Fenomeni" … adlı yazısı, kendi mahremiyetini teşhirin ötesinde, başkalarının da mahremiyetini teşhire varmakta ve bu kamuya açık bir blogda yayınlanabilmektedir.

Olay şudur: Herkesin katılımına açık olmayan özel bir gurup içinde Melih Anık’la ilgili bazı sert ifadeler de içeren bir tartışma yaşanıyor ve bu “belge” bir şekilde Melih Anık’a sızıyor. Melih Anık da benim hakkımda şunlar ve şunlar denilmiş, bazıları hakkımda kötü, bazıları iyi konuşmuş diye bu sızıntı “belgeyi” teşhir ediyor.

Şu anlaşılabilir: Belki de söz konusu gurup bir cinayet tasarlamaktadır ve hedef tahtasına Melih Anık’ı oturtmuştur. Bundan rahatsız olan bir gurup üyesi vicdanına yenik düşmüş ve belgeyi Melih Anık’a sızdırmıştır. Melih Anık da çok haklı olarak, can derdiyle, bu tasarıyı teşhir etmiştir. Fakat olay o değil. Dedikodu amaçlı bir sızdırma, büyük bir ciddiyetle kamunun bilgisine sunulmuştur. Yani dedikodu tüm kamuyu içine alan bir fenomen haline getirilmek istenmiştir. Elbette bir de Melih Anık, “eleştirmen” sıfatıyla, kendisi hakkında kötü konuşan sanatçıları filan bir güzel baskı altına almış, sanal dünyayı onlara dar etmiştir. Aslında eleştirmenlikten apaçık dedikodu yazarlığına terfi etmiştir, o kadar.

Şahsen, eleştirel söylemlerinin husumet edebiyatına katkı sunmaması ve onun da ötesinde nefret ve küfür söylemleriyle ilişkilenmemesi için, doğru bulduğum ve bulunması herkes için çok da zor olmayan çeşitli eleştirilerini de destekleyen, ama nihayetinde serinkanlılık tavsiye eden bir tutum içinde olmaya gayret ettim. Fakat o, husumet duygularına ve sanal iktidar kurgularına yenik düştü, düşmeye devam ediyor. Bu tutum hiçbir ilginçlik taşımıyor ve sadece bir deja vu hissiyatı yaşatıyor. En önemlisi: Tiyatro dünyasına yapıcı bir girdisi yok.

Anladığım kadarıyla, tiyatro ile ilişkisini tanrı-yönetmen olarak kurmak istemiş, ama mesleki seçimini bu şekilde yapmamış. Eleştirmen olarak tiyatro ile ilişki kurduğunda ise, bu alanda kendisini daha da geliştirmek yerine, Türk tiyatro dünyasının yönetmeni olabilir miyim şeklinde, hiç olmayacak bir hedefe kilitlenmiş. Bunda, yukarda belirttiğim gibi, sanal âlemle kurduğu yanlış, sağlıksız ilişkinin rolü çok büyük. Çözümün tiyatro ile ilişkisinden çok sanal âlemle kurduğu ilişkiyi düzeltmesinden geçtiğine inanıyorum. Bunu yapar mı, yoksa düşüşü daha ne kadar devam eder, bilemiyorum.


EK: Yukardaki yazıda, Melih Anık’ın yer yer dedikodu yazarlığından seri dedikodu yazarlığına geçişinde, benim de etkimin olduğunu belirtmem, kabul etmem lazımdı. Kendisi ister istemez söylem üretme sıkıntısı yaşıyor ve mail ortamlarında sergilediği bilinç ufalanmasını alıntılama ihtiyacı duyuyor. Muhtemelen bir taşla iki kuş vurmayı hedefliyor: Bu şekilde hem söylem sıkıntısını giderecek, hem de  “tartıştığı” kişiyi aynı düzleme çekebilirse, sahnelemek üzere yola çıktığı, ama bir çuval inciri berbat ettiği oyunu istediği seviyeye indirecek. Tabii ki ben, o seviyeye inip aynılaşmak gibi bir tutum sergilemeyeceğim.

(Kaynak: Ömer F. Kurhan TİYATRO YAZILARI)