6 Mart 2013 Çarşamba

LİNÇÇİ Güllü Fırat'ın tiyatro esnaflığı onun dedesi Güllü Hasan'danmış

Oyun'un notu: LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Mimesis'ten alıp, tadımlık olarak sunduğumuz yazıdaki yazım yanlışlarını titizlikle biz düzelttik. Yazının yazım yanlışlarının düzeltilmemiş hâlini ve tamamını okumak için linki tıklayınız!...

***

Muhsin Ertuğrul: Ölmeyi Bilen Adam

Fırat Güllü
16 Şubat 2013

"Sevgili Hasan, bana yazmış olduğun mektubu maalesef daha önce yanıtlayamadım. Çünkü, uzun süredir yurt dışındaydım ve Türkiye'ye yeni döndüm. Mektubunda bana, İstanbul'a gelip gelemeyeceğini soruyorsun. Sevgili Hasan, İstanbul öyle bir yer ki sana gel de diyemem, gelme de diyemem. Bu konudaki kararı tümüyle sen vermelisin."

Ankara Devlet Tiyatrosu'nda dekorcu olan dedem Hasan Güllü, Muhsin Ertuğrul'dan aldığı bu mektup üzerine, karısı ve üç çocuğunu bir süreliğine Ankara'da bırakarak, ceketini giyip, ilk otobüsle İstanbul’a gelmişti. Bu olay tüm ailemizin hayatını değiştirdi. Bir zamanlar "tiyatroyla uğraşan herkesin Muhsin Ertuğrul’la ilgili bir anısı vardır" denirdi. Benim de, kendi adıma onunla ilgili anım budur. Bizim kuşak içinse aynı şey Beklan Algan için söylenirdi. Neydi bu iki insanı tiyatromuz adına vazgeçilmez kılan? Muazzam geniş bir vizyona ve bu ülkede tiyatro adına sarf edilen büyük, küçük her türlü çabayı aynı sevinçle kucaklayabilme yüce gönüllülüğüne sahip olmaları. Dedemin, adını her zaman "Muhsin Baba" olarak andığı Muhsin Ertuğrul, gerçekten de meslektaşlarına, öğrencilerine, tüm sanat emekçilerine bir baba gibi yaklaşmıştı. Muhsin Ertuğrul'un öğrencilerinden Ümit Denizer, kardeşi Metin Denizer ile Üsküdar'daki evlerinin kapısında bir sabah bir zarf bulduklarını anlatmıştı. Zarfın içinden "Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları Marat-Sade'ı oynuyor, mutlaka izleyin" yazılı bir pusula ve bilet için gerekli para çıkmıştı. Tahmin edileceği gibi zarfı bırakan kişi "Muhsin Baba" idi. Şu ânda tiyatromuzun yaşadığı dağınıklığın, örgütsüzlüğün ve çeşitli kesimlerin birbirine karşı olan umursamazlığının temelinde hiç şüphesiz bu türden bir "Ertuğrul-Algan" vizyonu ve misyonu eksikliği yatıyor.

(...)

(Kaynak: Mimesis)