21 Ağustos 2014 Perşembe

Türk tiyatro tarihinin en yırtık pırtık söyleşisini okuyunca şaşıracaksınız...

Coşkun Büktel'le "Coşkun Büktel" Üzerine...

Sema Göktaş: Bu röportajı tamamen sizin duruşunuz üzerine kurgulamayı planlıyorum.

Eksen sizsiniz. Röportajı yapmamın temel sebebi ise inadınız. Yani ele aldığınız konulardaki aykırı duruşunuz... Özellikle "Theope" ve "Theope" dolayımındaki konularla ilgili tutarlılığınız, dile getirdikleriniz, inatla dile getirdikleriniz, cesaretiniz, altını çizeyim, cesaretiniz... Bunların arkasındaki insanı ben merak ediyorum. Başkalarının da merak ettiğini düşünüyorum. Niye, yani niye?! Birazcık ödün verseniz, ödün verseydiniz olmuyor muydu? Ya da uzlaşma diyelim. Neden bu kadar uzlaşmazsınız?

Coşkun Büktel - Mesela hangi konuda uzlaşmazım? Özdemir Nutku konusunda mı?

Sema Göktaş - Özdemir Nutku'dan başlayabiliriz, evet.

Coşkun Büktel - Bana uzlaşmaz diyenleri anlayabiliyorum ama aslında çok uzlaşmacı bir adamım. Mesela ben Özdemir Nutku'dan, bu iftirayı öğrendikten sonra, Özdemir Nutku'nun bu iftirasını... özür dilemesini istedim sadece. Özür dileseydi şu anda ben bile unutmuş olacaktım bu olayı, kimse hatırlamıyor olacaktı.

Sema Göktaş - Evet.

Coşkun Büktel - Uzlaşmaz olan ben değilim yani, Özdemir Nutku... Haaa, ama şöyle diyorsanız, Özdemir Nutku'nun uzlaşmaz olmaya hakkı var, siz kimsiniz ki? O zaman evet, benim de hakkım var uzlaşmamaya derim. Damarıma basılırsa. Ama ben aslında uzlaşmacıyım. Uzlaşmaya açık biriyim.

Sema Göktaş - Affetmeye hazır biri olduğunuzu söylüyorsunuz.

Coşkun Büktel - Evet, affetmeye hazır biriyim. Sadece özür dilemesini istedim. Özür dileseydi ben gerçekten unutmuş olurdum, kolay unuturum yani. Kinim şiddetli olabilir ama, çabuk unuturum. Özür dileyenden, özellikle bağışlanma isteyenden çok fazla şey talep etmem.

Sema Göktaş - Peki bir şey soracağım. Acaba şunu hiç düşündünüz mü? Özdemir Nutku o toplantı sırasında bunu söylerken söylediğine inanıyor olabilir mi? Bu bir iftira olmayabilir belki de. Belki de Hoca o sırada buna inanıyordu. Hiç düşündünüz mü?

Coşkun Büktel - Hayır, böyle bir şey olamayacağını, neden olamayacağını çok açık yazdım. Ben "Geri zekalılar için Alfabe Kolaylığında Özdemir Nutku Skandalı Rehberi" diye bir yazı yazdım. Belki bilirsiniz. Orada çok açık olarak Özdemir Nutku'nun neden kötü niyetli olduğunu kanıtladım, çok somut kanıtlarla... Bir kere böyle bir... Bu dalgınlık olabilir. Böyle bir şey duyduğunu zannetmiş olabilirdi. Bir sürü şeyler söylenebilirdi. Ama o zaman özür dilerdi olur biterdi. Ama ne yazık ki ilk yalanından sonra, arkasından yeni yalanlarla, ilk yalanı desteklemek örtbas etmek için yeni yalanlar söylemeseydi, buna inanmak mümkün olabilirdi. Ama siz onun öğrencileri olduğunuz için herhalde ona daha kolay inanıyorsunuz ve gözden kaçırıyorsunuz bazı şeyleri. Yani daha sonra bana yazdığı cevap yazısında bir sürü başka yalanlar da söyledi. Yani yalan söylemek tesadüfen dalgınlıkla yapılmış bir şey değil Özdemir Nutku için. Özdemir Nutku bile bile yalan söyleyebilen birisi... Bana yazdığı ve CD ortaya çıktıktan sonra hepsinin de yalan olduğunun anlaşıldığı cevabında, bana olan cevabında, açıkça görebilirsiniz: "Ben sizin eserinizin orijinal olduğunu da ekledim" diyor, eklememiş,CD'de gördük. İşte "Ben sizin eserinizi ne kadar beğendiğimi de söyledim." diyor. Söylememiş. CD çıkınca gördük. CD olmadan önce bir sürü yalan söyledi. CD'nin çıkması o yalanları da ortaya çıkardı.

Erbil Göktaş - Belki bunları başka bir zaman söylemiş olabilir.

Coşkun Büktel - Başka  zaman söylediğini söylemedi. Orada söylediğini söyledi. Yazıyordu bu, yazılı bir şey, yani bir metin. Tevil edilebilecek bir metin değil, bana yazdığı cevap yazısında o gün ben onu da söyledim, diyor.

Sema Göktaş - Ben burada Özdemir Hoca'yı savunuyor değilim. Bu olayda bir taraf olarak konuşmuyorum sizinle. Ama şunu söylemek istiyorum: Özdemir Hoca'nın unutkanlığı bilinen bir şeydir. Yani şöyle ayrıştırmak istiyorum. Acaba üslubunuz karşı tarafı etkilemiş, kışkırtmış olabilir mi? Bu konuda çok, başından itibaren çok sert bir üslup takınmış olabilir misiniz? Bunu hiç düşündünüz mü? 

Coşkun Büktel - Şimdi birisine iftira atıyorsanız karşı tarafın üslubunu filan bahane edemezsiniz. İftira kolay kabul edilebilir bir şey değil. Bir profesörsünüz ve sizi otorite sayan insanlar var orada, resmi bir toplantı... O toplantıda, gerçekleri anlatmak için para alıyorsunuz ve bir yazar hakkında bir iftirada bulunuyorsunuz. Yani evet, yani ben sert eleştiriyorum insanları, doğru, ama bu bahane edilemez. İftira atmanın hiçbir bahanesi olmaz. İftira ediliyor. Bana iftira edene ben ne dersem diyebilirim. O bana şöyle diyemez: "Ya bir iftira ettik, kalktın bana şunu şunu söyledin." diyemez. "Bir iftira ettik." gibi bir ifade olamaz. "Ne varmış ki yani, bir kere bir iftira ettik." denemez. Bu hafifsenebilecek bir şey değil. Ya da benim lugatımda hafifsenebilecek bir şey değil. Yalan ve iftira benim için en büyük suçlar.

Sema Göktaş - Başından beri böyle yani? Sadece "Theope" olayı öncesi ve "Theope" olayı sonrası diye bir şey yok.

Coşkun Büktel - Evet. Yalana karşıyım. Yalan sevmem, nefret ettiğim bir şey. İnsanları kandırmayı, ya da kandırılmayı sevmem.

Sema Göktaş - Acaba sizi ilgilendirmeyen, Türk tiyatrosunun "Theope" gibi başka olaylarında da, benzer sert tavırlar takındığınız oldu mu? Sert duruşlar?

Coşkun Büktel - Şöyle bir durum var. Anlıyorum ne demek istediğinizi. "Kendi meseleniz olduğu için mi bu kadar sertsiniz?" diyorsunuz. Doğru, ben, herhangi bir haksızlık varsa, bir yalan, bir kandırma varsa her zaman sert tavır gösteririm buna. Yalana, iftiraya, haksızlığa sert tavır gösterebilirim. Kime yapılmış olursa olsun haksızlığa sert tavır gösteririm. Fakat sadece kendi meselelerimi ele alıyorum gibi bir görüntü doğuyor. Bunu sebebi şu: Yüzeyden bakarsanız, derinine inemezsiniz, böyle bir izlenimin doğması buna doğal geliyor. Ama burada açıklamış olayım, aslında durum şu: Birçok konuda, bu durumu ele alan yazılar yazmak istedim. İnsanların uğradığı haksızlıklar konusunda... Mesela bir kız, şimdi adını unuttum, Tuncer Cücenoğlu'yla tendisini rahatsız eden bir şey yaşamış gelip bana anlatmıştı. Dil Tarih Coğrafya'dan bir kız. Müjgan!... Evet, adı, Müjgan Kayserli'ydi kızın... Tamam, yazayım ben dedim. Bu konuda yazarım, eğer bana anlatırsanız, sizinle röportaj yaparsak yazarım dedim. Anlatalım dedim. Müjgan Kayserli önce "Tamam!" filan diye heyecanlandı ve sonra, "Hayır, şimdi insanlarla kavga etmeyeyim." dedi. Mesela bunun gibi bir örnek daha hatırlarım. Hollandalı mıydı? Avustralyalı galiba. "Van Gogh" diye bir oyun yaptı geldi buraya... Bir yönetmen geldi. Adını hatırlıyor musun? Sizin okuldan bir evlendi sonra o Avustralyalı yönetmenle. Malcolm Keith Kay ile evlenen o kız, Turgay Nar tarafından bir eserinin çalındığını bana söyledi.

Sema Göktaş - Sonra mahkemeye de gitti o kız bildiğim kadarıyla.

Coşkun Büktel - Öyle mi, hatırlamıyorum. Mahkemeye de mi gitti? Evet, ama ben ona, "Çok eminsen bana yazılı olarak ifade et, ben de bunun hesabını sorarım kendi üslubumca." demiştim. O da ona yanaşmamıştı mesela.

Sema Göktaş - Bu olayı hatırlıyorum ben, daha sonra basına da yansımıştı. Ama sonra sizinle ne şekilde sürdüğünü bilmiyorum.

Coşkun Büktel - Valla bana geldiğinde ben, birlikte bunun mücadelesini veririz, dedim. Biliyorsunuz, ben sadece sert konuşan bir adam değilim; delilsiz, belgesiz konuşmayan biriyim. Ee, şimdi böyle birisi geliyor bana, bunu anlatıyor. Hadi bunun mücadelesini verelim, dediğimde, insanlar, tamam ben de varım, diyemiyorlar. Yani, sen kendin yaz, diyorlar. Ama onlar susacaklar. Benim bunu sanki gökten duymuşum gibi yazmamı bekliyorlar. O zaman yazamam! Çünkü ben belgesiz bir şey yazamam. Üçüncü bir örnek vereyim: Rahmetli Mehmet Baydur... Şimdi tanık öldüğüne göre bunu anlatmam etik olmayabilir diye düşünülebilir, ama değil. Çünkü bilinen bir şey olması lazım bu anlatacağım şeyin. Çünkü en azından Devlet Tiyatrosunda Repertuvar Kurulu'nun biliyor olması gereken bir şey diye düşünüyorum. Ankara'dan beni aramıştı ve "Aşk" diye bir oyun yazdığını ve bunun Devlet Tiyatrosu'ndan geçmediğini söylemişti. Grup seks mi ne varmış oyunda, sonradan bunu öğrendim. Ama ondan çok emin değilim, oyunu okumadım. Ama ben Memet'e şey demiştim.. Ben dedim, senin oyunlarını beğenmiyorum. Senin yazarlığını, zekânı filan takdir ediyorum. Ama oyunlarına zaman ve emek harcamayışını beğenmiyorum. Ayda bir oyun yazma temponu beğenmiyorum. Oyunların beni o yüzden sinirlendiriyor. Çok daha güzel olabilecekken çala kalem yazılmış şeyler olduğu için çok hoşuma gitmiyor. "Ama" dedim, Devlet Tiyatrosu'nda Repertuvar Kurulu üyeleri ya da dramaturglar o kadar tarzan insanlar ki, hiçbir birikimleri olmayan insanlar ki... Onları bir Memet Baydur oyununu reddetmeye hakları olduğunu düşünmüyorum, dedim. Eğer istersen bu konuda bir savaşım verebiliriz. Ben seni desteklemeye hazırım, bu konuda hesap sorabiliriz, dedim. "Yok ya.." dedi. "Sen mücadele ediyorsun da ne oluyor, oyunlarını oynamıyorlar işte." dedi. Ben de ona şöyle demiştim: "Çok üzüldüm bunu duyduğuma. Yani, benim, oyunlarımı oynatmak için mi bütün o yazıları yazdığıma inanıyorsun?" demiştim. Ben oyunlarımı oynatmak için bütün bunları yapacak olsaydım herhalde işim zor olmazdı. Tuncer Cücenoğlu gibi kara cahil bir adam bile bunu başarıyor. Ben haydi haydi başarırdım, dedim. Oyunlarımı oynatmak olsaydı amacım, bu yazıların bütün amacı, bunu başarırdım, dedim. Oyunlarımı  oynatmaktan çok daha önemli şeyler var, dedim.

Sema Göktaş - Neler onlar? Bir oyun yazarı için çok önemli değil midir oyununun oynanması?

Coşkun Büktel - Daha önemli şeyler var.

Sema Göktaş - Neler?

Coşkun Büktel - Mesela Tuncer Cücenoğlu gibi bir yazar olmamak.

Sema Göktaş - Neyi kastediyorsunuz burada?

Coşkun Büktel - Neyi kastediyorum?

Sema Göktaş - Evet.

Coşkun Büktel - Tuncer Cücenoğlu'nun sizce bir prestiji var mı? 

Sema Göktaş - Prestij derken nasıl yani?

Coşkun Büktel - Bir yazar olarak saygınlığı var mı?

Sema Göktaş - Evet, Tuncer Cücenoğlu iyi bir yazardır bence. Güzel oyunları vardır. Bir insan olarak ayrı. Onu değerlendirmiyoruz burada. Dramatik yazarlık tekniği açısından iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum. Bütün oyunları için diyemeyiz belki ama, iyi bir oyun yazarı olduğunu düşünüyorum.

Coşkun Büktel - Ben öyle düşünmüyorum. Memet Baydur değil oyunları. Başlangıç, gelişme ve sonuç gibi klasik bir tarzı var, o nedenle Memet Baydur'un oyunları çok daha oyuna benzer gibi duruyor. Ona kıyasla Memet Baydur çok daha iyi bir oyun yazarı, ki ben Memet Baydur'u da beğenmiyorum. Orada bakış açılarımız farklı sizinle. Ben daha başka yerde bakıyorum. İkisini de beğenmiyorum; ama sonuçta Memet Baydur'u beğenebilirim. Tuncer Cücenoğlu'nu hiç beğenmiyorum. Memet Baydur'un çok kötü bir oyunu yok. Ama Tuncer Cücenoğlu'nun "Çığ" diye çok sala bir oyunu var. Tuncer Cücenoğlu'nun "Çıkmaz Sokak" adlı bir tane kabul edilebilir oyununu biliyorum. "Kadıncıklar"ı saçma sapan, hiç oynanmaması gereken bir şey olarak değerlendiriyorum. Saçma sapan oyunlar bunlar. En çok iş yapan oyunları bunlar... "Çıkmaz Sokak" dışında bir oyununu bilmiyorum. "Ziyaretçi" diye bir oyunu var. Okunamaz, saçma sapan bir şey olduğunu düşünüyorum. Şehir Tiyatrosu o oyunu kabul etmedi diye ne gürültüler koparmıştı.

Sema Göktaş - Şunu görmezden gelebilir miyiz, sizi ve Tuncer Cücenoğlu'nu karşılaştırdığımızda... Sizin bitmek bilmeyen inadınız, sürt üslubunuz, kavgacı kişiliğiniz ve size kapanan ödenekli tiyatro kapıları... Böyle bir sistemimiz var bizim Türk tiyatro pratiğinin. Bu sistem yazarlara şeyi dayatmıyor mu? İkiyüzlü olmayı, kapıdan kovsalar bacadan girmeyi, her çeşit oyunu oynayabilmeyi herkesle... Bizim tiyatro pratiğimiz bir oyun yazarına bunu dayatıyor. Eğer sen oyun yazarı olarak pişmek istiyorsan, oyunlarını oynatacaksan Türk tiyatro pratiğinin hacmi de yüzde doksan oranında ödenekli tiyatrolardan oluşuyor. Kimse sen iyi bir yazarsın diye kendiliğinden oyunlarını alıp oynamaz. Öyle değil mi sizce? Siz bunun böyle olmadığını mı düşünüyorsunuz?

Coşkun Büktel - Valla benim yaptığım bütün eleştirileri yapıyorsunuz. Özetlediniz.

Sema Göktaş - O zaman bir yazarı sen her devrin adamısın, sen herkesle oturuyorsun konuşuyorsun, tutarsızsın diye kolaylıkla suçlayabilir miyiz? Çünkü öyle olmasa oyun yazarı olmayacak ki o. Oyun yazarı olmak bu demek bir taraftan...

Coşkun Büktel - Ayrıldığımız noktaya değindiniz. Evet, dediğiniz gibi bir dayatma var. Oyun yazarı iseniz karaktersiz olmak zorundasınız, diyorlar.

Sema Göktaş - Evet.

Coşkun Büktel - Ben de diyorum ki, oyun yazarları sonuçta oyun yazarı olarak kalacaklarsa karaktersiz olamazlar. Karaktersiz olduklarında zaten oyun yazarı olamazlar. "Theope"de buna benzer bir şey vardı. Demokrasi için Kreon bir şey yapmak gerektiğini söylüyor, Bu tedbirleri almak zorundayız diyor, Eteokles'e. Eteokles de Kreon'a, "söylediğin tedbirleri alırsak zaten ortada demokrasi diye birşey kalmaz ki", diyor. "Bir çocuğu soğuktan korumak için onun derisini yüzüp o deriden ona hırka yapmak gibi bir şey bu" diyor. Çocuk üşümesin diye ilk önce derisini yüzüyorsun, sonra o deriden hırka yapıyorsun, böyle bir şey bu. Bunu hatırlattı söylediğiniz şey. Diyorsunuz ki önce yazarların derilerini yüzelim, onları karaktersiz yapalım. Sonra o deriyi yeniden onlara giydirelim. Böylece oyun yazarları bütün şeylerden, soğuktan korunsunlar. Bana öyle geldi. Bence oyun yazarları önce karakterli olmak zorundalar. "Oyunlarımın oynanması birinci planda, ben ancak oyunlarım oynanırsa yazar olabilirim" diyerek her şeye boyun eğip... Tabii ki oyunlarımı sahnede görmek benim gelişmemi sağlayacaktır, deneyimimi artıracaktır filan ama... Bunlardan daha önemli başka bir şey var. Yani karaktersiz...

Sema Göktaş - Hangi açıdan daha önemli? Oyun yazarı olmak için mi?

Coşkun Büktel - Her açıdan önemli. İnsan olmadan oyun yazarı olunamaz. Bu tür dayatmaları, sizin dediğiniz o dayatmaları, isim vermeden bu dayatmalardan bahsettiniz. Benim de bütün yaptığım şey, bu sizin şu an çok güzel, kısaca özetlediğiniz eleştirileri isim vererek yapıyor olmam. Aramızdaki tek fark bu. Somut eleştiriler getirmek bu konuda ve bunun bedelini ödemek, aramızdaki fark bu: Bedelini ödemeye hazır olmak. Ama bedel ödemek istiyorum gibi bir şey yok, yani ben de mücadele etmek istemiyorum, oyunlarım oynansın filan istiyorum. Ama Türk tiyatrosunun bir kere sağlıklı bir ortamı olmasını istiyorum. Bu dediğiniz dayatmaların, insanları köleliğe, karaktersizliğe zorlayan dayatmaların olmaması gerektiğine inanıyorum. Sizler, örgütler filan kuruyorsunuz yazar örgütleri kuruyorsunuz ve yine de örgüt halinde karaktersiz kalabiliyorsunuz. Mesela OYÇED'e getirdiğim eleştiriler var. Altmış tane adamın içinden bir tek adam çıkmamakla suçladım. Hiç biriniz cevap veremediniz. Oysa ben tek başıma bile karakterli kalabiliyorum. İşte bunları göze alabildiğim için.

Sema Göktaş - Bu hangi konu ile ilgili? Kampanya ile ilgili mi diyorsunuz?

Coşkun Büktel - Hangi kampanya?

Sema Göktaş - Geçen sene düzenlenen. "Temiz tiyatro temiz yayıncılık" diye adı konan kampanya var ya.

Coşkun Büktel - Yok, yok,ben OYÇED'i şeyle suçladım. Temiz bir yazara iftira attığı apaçık olan bir adamı önce başkan yaptınız, sonra da başkanlıktan aldınız "onur kurulu" üyesi yaptınız. Yani Özdemir Nutku ile nasıl onur duyabilir insan? Evet, özür dilesin, kendini aklasın, tamam, onur duyun, ben de duyayım. Adam özellikle ikinci bir "Theope" var demiş. Bunu kanıtını gösteremiyor ve özür dilemiyor. "Bana ne lan, ben söylerim, kanıt manıt göstermem, o kim oluyormuş benden kanıt isteyecek?!" diyor.

Sema Göktaş - Böyle demiyor Özdemir Hoca...

Coşkun Büktel - Hayır, ben kulaklarımla duymuş gibi böyle söyleyebilirim. Yaptıkları bu anlama geliyor. Öyle deyip dememesi önemli değil.

Sema Göktaş - Yaptıkları bu anlama geliyordur sizce belki, ama böyle demiyor.

Coşkun Büktel - Hayır, hayır, bu anlama geliyor. Bu anlama gelmemesinin tek çaresi var: Özür dileyecek! Bir adam bir yanlış yaptı mı özür diler. "Ben Özdemir Nutku'yum! Ben yanlış yaparım! Ben bu yaşa gelmişim, ben istediğimi yaparım. Yanlış da yaparım, özür de dilemem!" Hayır efendim! Özür dilemezsen birileri diretir. Birileri diretir, sizin inatçı dediğiniz, benim inatçı demediğim, karakterli dediğim bir tavır koyar ortaya. Benimki inat filan değil, Özdemirinki inat.

Sema Göktaş - Evet, yine geldik Özdemir Nutku'ya...

Coşkun Büktel - Ama önemli bir nokta bu, önemli.

Sema Göktaş - Evet evet, tabii olabilir...

Coşkun Büktel - Özdemir Nutku'dan kurtuluş yok! Bütün Türk tiyatrosunu etkileyen bir şey! Bu konuda 1100 tane imza toplandı. Özdemir Nutku'dan kaçamayız ki. O da kaçamayacak.

Sema Göktaş - Hangi konuda 1100 tane imza toplandı?

Coşkun Büktel - Bana karşı niye o insanlar o imzaları verdiler? Ve o imza attıkları bildiride ne yazıyordu? Benim Özdemir Nutku'yu iftira attığım yazıyordu. Yeni diğer Hilmi Bulunmaz ile ilgili, benim de zaten karşı olduğum, ölülerin arkasından konuşmak gibi şeyler de vardı içinde... Ya da benim de karşı olduğum köpek resmi ve çanak yalatma şeyi. Bunları Hilmi'ye yapmamasını ben de söyledim. Ama "Çanak resmi koydu-lar!", "-lar", özellikle "Bunlar!" diye vurgulayarak, "Ölülerin arkasından konuştu-lar!", "-lar", "Ölüm halinde olan Lale Oraloğlu'na hakaret etti-ler!" gibi cümleler var o bildiride. Bütün bunlara ben karşıydım. Bu konularda Hilmi Bulunmaz'ı uyarmıştım, yazılı olarak da eleştirmiştim. Yazılı olarak eleştirilerim orada. Mustafa Demirkanlı, o linç kampanyasını kuran adamların başındaki adam da bunları okumuştu. Biliyordu. Bunu bile bile ifadeleri oraya koydu ve 1100 kişi de bunları kuzu kuzu imzaladı. Özdemir Nutku dahil! Bir kere Özdemir Nutku'nun o linç kampanyasını imzalaması onun kalitesini ele vermiyor mu sizce?... Benim bunlarla ilgili Hilmi'yi eleştiren yazılarım vardı. Ama onlar "böyle yaptı-lar, böyle etti-ler, bilmem ne" diyerek, hani manavlar yaparlar ya kese kağıdının altına çürükleri koyarlar ve üstüne de iki tane iyisini koyarlar, bu çürüklerle dolu bildiriye iki tane de Hilmi hakkında doğru olan, gerçekten gayri insani saydığım benim de, Hilmi'ye de söyledim, yazdım da bunları, "ben Lale Oraloğlu'nu severdim" filan dedim, niye dedim yani, "insanların arkasından konuşmak zaten gayri insani, bu yüzden bir kere karşıyım, bu senin aleyhine ve dolayısıyla benim aleyhime çok kullanılabilecek bir şey" dedim. Evet, özetle bu şeyi aynen söylemiştim. "Lütfen benim Aşil topuğum olma," demiştim. Ama bundan öteye bir şey söyleyemem, elli beş yaşında adam, ne isterse onu söyler, ne isterse onu yazar. İsterse de Aşil topuğum olur. Ben topuğumu kendim kollamak zorundayım, o benim topuğumu kollamak zorunda değil. O istediğini söyledi, ben de eleştirilerimi yazdım Hilmi'yle ilgili. Ama buna rağmen öyle yaptı-lar böyle yaptı-lar bilmem ne yaptı-lar... Bu arada, araya da "Özdemir Nutku'ya iftira ettiler" diye de bir ifadeyi koydular ve 1100 tane imza topladılar. 1100 tane iftiracı dolaşıyor şu anda Türk tiyatrosunda. Ben "böyle bir ülkede tiyatrodan filan bahsedilemez" diyorum. "Benim oyunlarım oynansa ne olur, oynanmasa ne olur" diyorum, "böyle bir ülkede... Böyle bir tiyatro ortamında?..." Çok önemsemiyorum oyunlarımın oynanmasını.

Sema Göktaş - Ahlaki olarak önce sorunu ortaya koyuyorsunuz.

Coşkun Büktel - Ahlaki olarak da... Bu kadar ahlaksız dangalaklarla dolu bir Türk tiyatrosunun zaten benim oyunlarımı anlayabileceğini ve onların hakkını verebileceğini düşünmüyorum. Oynamaları sadece bana birkaç kuruş para kazandırır, bu da çok umrumda değil. Ben sokaklarda da yattım, bitlendim. Çok az para ile yaşayabilirim. Hiç bir zaman lüks tutkum olmamıştır. Böyle bir direncim, dayanıklılığım vardır. Sokaklarda kitap satarım. Limon satarım diyemem ama, kitap çok sattım yıllarca. Seyyar satıcılık çok yaptım. Yani elli altmış tane iş yaptım hayatım boyunca. Pek çok işi yapabiliyorum, her bulduğum işi de yaptım. Bu konuda kendime güveniyorum. O yüzden korkum yok parasız kalmaktan. O yüzden evlenmek istemedim zaten. Özgür olabilmek için. Ama mecburen evlendim.

Erbil Göktaş - İkinci kez mi evlenmek istemedin?

Coşkun Büktel - Hayır, ilk kezinde de evlenmek istemedim. Çocuğum olsun hiç istemedim. Ama kadınların elinde olduğu için, seni senin istencin dışında da baba yapabiliyor onlar. Öyle bir imkanları var. Öyle baba oldum ve oğlum da bunu biliyor. İstemedim, çünkü ben çocuğumu senden daha çok severim dedim ve esiri olurum onun, dedim. Yapmak istediklerimi yapamam, dedim. Sen öyle değilsin o gene bana kalır, dedim. O da, hayır, sırtımda taşırım da çocuğumu büyütürüm filan diyerek doğurdu ve hakikaten çocuğumu sırtında taşıyan ben oldum. Çocuğum tüm bunları bilir. Çocuğumu daha çok seven benim, onun doğmasını istemeyen de benim. Böyle bir yapım var. Buna niye girmek zorunda kaldım bilmiyorum. Çağrışım tekniği ile aklıma geldi söylüyorum.

Sema Göktaş - İstemezseniz bunları çıkarabiliriz.

Coşkun Büktel - Hayır hayır... Ben hiçbir şeyin çıkmasını istemem.

Sema Göktaş - Peki. Kampanyaya dönecek olursak, çok özel olmazsa ben kampanyayla ilgili birşeyler sormak istiyorum.

Coşkun Büktel - Hangi kampanya?

Sema Göktaş - Temiz tiyatro kampanyası.

Coşkun Büktel - Temiz tiyatro kampanyasından benim anladığım bize karşı başlattıkları "linç" kampanyası.

Sema Göktaş - Evet, linç kampanyası. Bu linç kampanyası ile ilgili soru  sormak istiyorum size. Kampanyanın başında ve ilerleyen süreçlerindeki hissiyatınızla ilgili. Direkt sorayım, 1100 kişinin sizin aleyhinize imza toplaması, sürekli birkaç internet sitesinde sizin aleyhinizde yayın yapılıyor olması alenen, bu nasıl bir duygu, bunu öğrenmek istiyorum. Merak ediyorum, siz bu konuda ne hissettiniz, yalnız hissettiniz mi? Öfke mi hissettiniz, ne hissettiniz? Şimdi değil, o zaman...

Coşkun Büktel - Şu andaki hislerimle o zamanki hislerim aynı. Hiç değişmedi.

Sema Göktaş - İmzalar artıkça?...

Coşkun Büktel - Arttıkça öfkeleniyordum. Suçu kendimde aramak, özeleştiri yapmak gibi şeyler hissetmedim. Haklı olduğumu biliyorum. Küfürbaz falan diyorlar ama, evet ben "orospu çocuğu" dedim, ama bilinmeyen ve kendini gizleyen bir adama söyledim. Küfürbaz olduğumu düşünmüyorum o yüzden. Bence iftira en büyük küfürdür. Küfür sadece sözcüklerden ibaret değildir. Küfür bir günahtır dinsel anlamda da bakarsanız. Ne bileyim, babayı öldürmek bir küfürdür mesela. Küfüre ben öyle bakıyorum. Sadece kelimeden ibaret değildir küfür. Her türlü haksızlık küfürdür mesela.

Sema Göktaş - Yani kampanyanın başında kaya gibiydiniz. Ortasında da kaya gibiydiniz. Kampanyanın sonunda ve şimdi de kaya gibisiniz. Aynı dirençle...

Coşkun Büktel - Aynı aynı. Direnmeme gerek yok. Şu anda da kaya gibi filan değilim. Direnmeme gerek olan bir durum yok yani.

Sema Göktaş - Nasılsanız öylesiniz.

Coşkun Büktel - Nasılsam öyleyim.

Sema Göktaş - Nasılsınız?

Coşkun Büktel - Şöyleyim: Birileri 1100 tane imza topluyor bizim hakkımızda. Ben buna sadece hayret ediyorum. Türkiye hakkında, Türk tiyatrosu demiyorum genişletiyorum, Türkiye hakkında bunun çok öğretici bir şey olduğunu düşünüyorum. Apaçık bir iftirayı 1100 kişi savunuyor. Bu kadar açık, her şeyi gösterdiğimiz halde... Bu 1100 kişinin diyelim ki 800 tanesi uydurma isimler ya da facebook'ta gezinen, geyik yapan çoluk çocuk diyelim. Hiçbir şeyden haberi olmayan ve bizim adımızı bile bilmeyen insanlar olarak değerlendiriyorum zaten. Ama yine de bütün Türk tiyatrosu... Bütün Türk tiyatrosu diyebilir miyiz tabii bilmiyorum, tanınmış insanlar...

Sema Göktaş - Bazı tanınmış insanlar...

Coşkun Büktel - Tanınmış insanlar var. Kenan Işık gibi, Tamer Levent gibi. Baş rejisörleri neydi? Erhan Gökgücü gibi, Genco Erkal gibi. Yusuf Eradam mıydı?

Sema Göktaş - Yusuf Eradam vermiş miydi? Hatırlamıyorum. Şeyler, aynı zamanda OYÇED üyesi...

Coşkun Büktel - Profesörler de var. Özdemir-Hülya Nutku gibi, evet ama geride de bir sürü insan var. İmza vermeyen isimler daha önemli diyebiliriz. İmza vermeyen isimler imza verenlerden daha önemli isimlerdir. Ama sonuçta bunlar, allem ettiler kallem ettiler 1100 tane imzaya ulaştılar. Zaten biz ancak 100 tanesini tanıyoruz o imza atanlardan. 1100 imza... Nereden buldular bu insanları, nasıl bu insanlar ikna oldular? Yani burası bu kadar mı bilinçsiz insanlar yığını?

Sema Göktaş - Nasıl ikna olmuşlardır sizce?

Coşkun Büktel - Çoluk çocuğu ikna etmek zor olmamıştır ama biz bir sürü onlar uyansın diye yayın yaptık. Önceleri aldırmadık. Kolaydır, olmuştur dedik. Facebook'ta dolaşan çoluk çocuğu toplamışlardır, dedik. Aldırmadık yani. Onların hepsi Müşfik Kenter, Can Gürzap, Cihan Ünal filan da olsa gene aldırmazdık. Biraz şaşkınlığımız artardı. Vay anasını, bu kadar mı iftiracı dolu ortalık derdik. Biraz daha umutsuzluğumuz belki koyulaşırdı. Ama bizi kızdıran şu: Onlar 1100 iftiracının 1100'ünün de tiyatrocu yahut tiyatroyla ilgili insanlar olduğunu söylüyorlardı. En azından tiyatroyla ilgili insanlar olduğunu... Daha önce Testiciler ya da ne bileyim overlokçuların da küfürbazları lanetleme hakları yok mu filan diyorlardı. Var tabii. Ama ben onların bizi, bırakın bizi tanımayı, bizim adımızı bile bildiklerini zannetmiyorum. Eğer bizi gerçekten bilen tanıyan ve ne yaptığımızı bilen insanlardan 1100 kişi topladıklarını bilsek bu daha korkunç bir şey olurdu tabii. Ama hayretimi icap ettiren şey şu: Pek çok yayın yaptık, o adamların isimlerini koyduk. Linççiler hemen o listeyi yok ettiler, sildiler. Bu iş unutulsun istediler. Biz unutturmuyoruz. O listeler bizde duruyor. İnsanlar görmüyorlar mı? Ben çok ağır şeyler yazdım o listede isimleri olan insanlara... Sadece üç beş kişi, "Yav benim adımı silin, benim adımın kullanıldığından haberim bile yok." dedi. Niye sadece bir kaç kişi? Ben bir kaç yüz kişinin bana ya da Hilmi'ye başvurması gerekir diye düşünüyordum. Çünkü çok ağır şeyler yazıyordum oraya imza veren insanlar hakkında, dayanılır, yenir yutulur gibi değil... Biri benim hakkımda öyle şeyler yazsa, çok ağır cevap veririm. Kavga etmem elbette ama çok ağır cevap veririm. Bunlar hiç tınmadan devam ediyorlar, isimleri orada durduğu halde... Bazı isimler imal edilmiş olabilir mi diye düşünüyorum ama 800 tane isim de imal edilmiş olamaz. Mutlaka vardı o isimler. Ben bunları düşünüyorum. Bir de şunu düşünüyorum. Bu bize yapılan bir haksızlık. Biz paranoyak olabilirdik, ödümüz kopabilirdi. Mesela yarın öbür gün şöyle bir şey olabilir: Bu 1100 kişi şunun olamayacağının garantisini verebiliyorlar mı? Özellikle bu işi düzenleyenler?: Psikopatın biri  çıkacak mesela, şu Coşkun ile Hilmi'nin kafasına bir odun indirip gebertsem ya da hastanelik etsem ne güzel olur, 1100 kişi kahraman ilan eder beni...

Sema Göktaş - Bu benim hiç aklıma gelmedi inanın.

Coşkun Büktel - Benim aklıma geldi. Böyle birşey olabilir. Olmamış olması olamaz olduğunu göstermiyor. Yarın da olabilir, on dakika sonra da olabilir, ya da hiç olmaz. Böyle bir ihtimal var, ben bu ihtimale çok sinirleniyorum. Biz linç edilebiliriz. Edilmemiş olabiliriz, ama linç edilme ihtimalimiz var. Bizi bu ihtimalle yüz yüze bıraktılar. On dakika sonra herifin bir "Aaa Coşkun Büktel! Dur bunun kafasına bir şey indireyim, 1100 kişinin kahramanı olayım kestirmeden." diyebilir. Bu işi düzenleyenler "Yok yok, biz Türkiye'deki psikopatların demografisini çıkardık ve böyle bir şey yapmayacaklarına dair garanti aldık onlardan." diyebilirler mi?

Sema Göktaş - Kampanyacıları dava ettiniz mi?

Coşkun Büktel - Ben dava filan etmem insanları.

Sema Göktaş - Neden?

Coşkun Büktel - Ben mahkemeye bir tek Uğur Yücel'e karşı gittim. Uğur Yücel'i utandırmak değildi amacım. Sadece Uğur Yücel'in parasını almaktı. Tazminat almaktı. Şimdi bu insanlar bize bunları yaptıkları için para kazanmadılar. Bunlar para kazanmadıkları için para da isteyemem. Manevi tazminat gibi bir şey isteyebilirim, o zaman bir kaç milyar para alırım. Birkaç milyar için de yıllarca mahkemelerde sürünemem. Ayrıca şöyle bir şey diyebilirsiniz. Sadece birkaç milyar almazdınız, bir onları suçlu ilan ettirmiş olurdunuz, utandırmış olurdunuz. Bir kere utanmayacaklarından eminim. Zaten utanmaz öyle insanlar. Utansalar zaten, yaptıklarının ne kadar rezil bir şey olduğunu kendilerinin bilmesi yeter. Öbürleri (kendileri bilmiyorlarsa "Utanma eşiği" diye bir yazım var, orada da söyledim. Onları) ancak Hürriyet'in ana sayfasında deşifre edersem utanırlar. Yoksa 200 kişi 300 kişi onların ne kadar rezil olduklarını biliyor diye utanmıyorlar. "Aman canım unutulur gider! Biter!" diyorlar. Aslında bir tek kendilerinin bilmesi bile onları utandırmalı. Bunların utanma yetenekleri yok. Böyle bir yetenekleri olmadığına göre, utandırma şansım yok. Para zaten alamam, alsam alsam birkaç milyar para alabilirim. Bu durumda...

Sema Göktaş - Doğru olmaz mı diyorsunuz?

Coşkun Büktel - Doğru olmazdı. Üçüncü bir neden daha var. Sanki bu dava mahkemelik bir şeymiş gibi bir izlenim oluşurdu. Yani, bu ancak mahkeme onaylarsa kabul edilecekmiş gibi bir şey olurdu. Özdemir Nutku ikinci bir "Theope" var diyor. İkinci bir "Theope" yok. Bunu mahkemeye sormama gerek yok. İkinci bir "Theope"nin olup olmadığını mahkeme benden daha iyi bilemez. Ya da senden daha iyi bilemez. Erbil'den iyi bilemez. İkinci bir "Theope" yok, olsa zaten, "koy önüme!" diyorum. Neler neler yapıyorum. Önüme koysun diye. Adam koyardı herhalde, böyle bir şey yok. Özür dileyen var mı? Özür dileyen de yok. Eee? Bunun mahkeme neresinde? Bunu mahkeme ile onaylatmama gerek varmış gibi bir durum yaratmama da gerek yok. Üçüncü neden de bu. O yüzden mahkemeye gitmiyorum. Sanki ancak mahkeme onaylarsa doğru olacakmış gibi, tescile ihtiyaç duyulan bir şeymiş gibi bir hava yaratmak istemediğim için mahkemeye gitmiyorum.

Sema Göktaş - Evet.

Coşkun Büktel - Sanıyorum anlatabilmişimdir.

Sema Göktaş - Oyun yazarlığınız konusuna geçmek istiyorum. Bu konudaki kendi görüşlerinizi öğrenmek istiyorum. Kendinizi bir oyun yazarı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Nitelik ve nicelik...

Coşkun Büktel - Evet, buraya girdiğimiz zaman benim psikopat gibi ya da megaloman gibi görünmemem zor. Alçak gönüllü de konuşamam. Bildiğim tek şekilde konuşabilirim, yani dürüstçe ne düşünüyorsam onu söyleyebilirim. Bir kere Türkiye'de Türkiye'nin en iyi yazarı olduğumu düşünüyorum. 2., 3., 5., yazarın olmadığını düşünüyorum. Ancak benden sonra 6. yazar vardır diye düşünüyorum. Bunlar belki ilk laflarımı çürüten şeyler olacak, linççileri  sevindirecek belki, ama ne yazık ki bunları söylemek zorundayım. Başka türlü konuşmam. Böyle düşünüyorum.

Sema Göktaş - Pardon, yani Türkiye'nin birinci yazarı...

Coşkun Büktel - Türkiye'nin birinci yazarıyım diyorum.

Sema Göktaş - Evet.

Coşkun Büktel - 2., 3., 4., 5., yazar da yok diyorum.

Erbil Göktaş - Yaşayan mı?

Coşkun Büktel - 6. aday vardır ancak. Yaşayan ya da ölü, Oğuz Atay da dahil.

Erbil Göktaş - Orhan Asena, Güngör Dilmen var.

Coşkun Büktel - Orhan Asena, Güngör Dilmen dahil, hepsi hepsi dahil.

Sema Göktaş - Neden böyle düşünüyorsunuz?

Coşkun Büktel - Benim için Oğuz Atay var. Ötekiler, yani Orhan Asena, Güngör Dilmen filan, benim için sıradan insanlar...

Erbil Göktaş - Aziz Nesin var.

Coşkun Büktel - Aziz Nesin'i de Oğuz Atay'a yakın sayabilirim. Oyunları enteresan, oynanmayan oyunları daha da enteresan... "Bişey Yap Met" oyunu (oynanmadı hiç, bildiğim kadarıyla) en enteresan oyunlarından biridir. Daha çok hikayelerine benzeyen, daha sıradan oyunları oynanmıştır. Ama Aziz Nesin'in iyi bir yazar olduğunu söyleyebilirim. Sırf tiyatro ile uğraşsaydı benim kadar iyi bir yazar olabilirdi. Ya da ben sırf hikaye yazmakla uğraşsaydım onun kadar iyi bir hikayeci olurdum.

Sema Göktaş - Neden çok iyi bir yazar olduğunuzu düşünüyorsunuz?

Coşkun Büktel - Neden? Çok iyi bir yazar olmak için çok şey yaptım ve sonunda bunları söyleyebilmek için yaptığım çok şeylerden dolayı bunu söyleyebilecek bir duruma geldim. Neler yaptığım da belli. İnsanlar kitaplarımdan okuyabilirler.

Sema Göktaş - Oyununuz üzerinden bir değerlendirme yapmanızı rica ediyorum sizden. "Theope" üzerinden.

Coşkun Büktel - Yani, zekice, iyi kurulmuş bir oyun...

Sema Göktaş - Peki böyle bir oyun yok mu Türk tiyatrosunda?

Coşkun Büktel - Varsa siz söyleyin.

Sema Göktaş - Evet, var. Bence o seviyede başka oyunlar da var. Ben böyle düşünüyorum. Ama bu soruyu size soruyorum. Çünkü çok iddialı bir yerde duruyorsunuz bu yargınızla. Bunun sebebini açmanızı rica ediyorum öncelikle. "Ben en iyi yazarıyım." derken kuşkusuz bunu oyununuz üzerinden söylüyorsunuzdur.

Coşkun Büktel - Valla ben dünyanın en iyi yazarıyım, demiyorum. Dünyada sıradan bir yazarım, dünyada benden daha iyi bir sürü yazar ismi de verebilirim. Yani ben Edward Albee'nin ayaklarını yıkayıp suyunu içebilirim. O kadar saygılıyım. Türkiye'de kimse bu kadar saygılı değil yazarlara. Mesela Ahmet Altan!... Benim romanımı beğendiklerini, basacaklarını söylüyorlar. Yazdım neler yaptıklarını bana, kimsenin bir yazara filan saygısı yok. Ben ama, yazarlara saygılıyım. Yazarlığı çok ciddiye alıyorum. Edward Albee gibi bir yazar olsa Türkiye'de, görürsünüz bir yazara saygı nasıl olurmuş. Evet ben, Edward Albee, Tennessee Williams, Arthur Miller, onların klasında bir yazar olduğumu zannettiğim için, çok iyi bir yazar olduğumu düşünüyorum. Onlardan fazla bir eksiğim olduğunu düşünmüyorum. Üstelik artım bile var, Türkiye'de yaptım bunu. Ben "Theope" gibi bir oyunu Türkiye'de yazdım. Ama işte 1100 linççi olmasaydı belki ben de Arthur Miller kadar beş on tane daha "Theope" yazmış olabilecektim. 1100 linççiye bu yüzden de kızıyorum.

Sema Göktaş - Size set çektiklerini mi düşünüyorsunuz?

Coşkun Büktel - Set çekemezler bana ama, oyun yazmaktan daha önemliydi Türkiye'nin oyun yazma konusunda ne kadar gayri müsait bir durumda olduğunu anlatmak. Siz bunu biliyorsunuz, çok da güzel özetlediniz az önce. Ama bunlar bu söylem bazında belgeli olarak anlatılmadıktan sonra insanlara, aramızda kalsın gibi konuşulduğu zaman, çok anlamı yok. İsim vererek, belgelerle konuşarak bunları anlatmak gerek. Bu bataklığı ancak böyle kurutabiliriz, diyorum. Böyle bir mücadeleyle, birebir süngü savaşıyla mücadele vererek yapılabileceğini söylüyorum. Yoksa havadan bombalamayla, isim vermeden, kim olduğu bilinmeyen insanlara bomba atmakla mücadelenin kazanılabileceğini, bataklığın kurutulacağını düşünmüyorum. Kimse üzerine alınmıyor. İsimsiz... "Öznesiz tümce kurmak" der ya Hilmi Bulunmaz. Öznesiz tümce kurmanın kimseye zararı yok. Kimse de bundan alınmıyor, rahatsız olmuyor. İsim verdiğiniz zaman insanlar hemen feveran etmeye başlıyorlar. O zaman ancak anlayabiliyorlar. Tabii, bunun bir bedeli oluyor ama bu bedeli ödemeye hazır insanların sayısı arttıkça...

Sema Göktaş - Nedir bunun bedeli?

Coşkun Büktel - İşte oyunlarımın oynanmaması, Oyunlarım oynanmıyor. Bu konuda benim yapabileceğim bir şey yok. Ben ancak... İyi oyun yazabilirim ancak. Oyunlarımın oynanması kendi elimde değil. İyi oyun yazmak benim elimde, iyi oyun yazmak için ise sadece kalem ve kağıt gerekiyor, bir de tabii vakit gerekiyor. Vaktinizi dizi senaryosu yazmakla tüketmemek gerekiyor. Oyunlarım oynansaydı, tabii ki, dizi senaryosu yazmak zorunda kalmayacaktım. Üç senedir dizi senaryosu yazıyorum her hafta. Oradan kazandığım parayı oyunlarımla kazanmış olabilseydim, üç senede en az üç tane daha "Theope" yazmış olabilirdim.

Sema Göktaş - Sizin gibi mücadeleci insan olmadığına göre tiyatromuzda, bu kadar sert duran, mücadelenin de bu şekilde yapılması gerektiğini söylediğinize göre, o zaman çok umutsuz bir gelecek tasarımı geliştirmiş olmuyor muyuz tiyatromuza dair? Yani bu böyle sürüp gidecek, belki sizinle birlikte bu devir de kapanacak. Bu mücadele tarzının devri kapanacak belki ve bu bakış açısıyla gelecek çok ümitsiz görünüyor. Hiç ama hiçbir şey yapılamaz bu tiyatroda, diye bir cümle üretiyoruz bu bakış açısından.

Coşkun Büktel - Yooo.

Sema Göktaş - Neden? Bu bir paradoks. Siz diyorsunuz ki, ben böyle mücadele etmek zorundayım. Bunun doğruluğuna inanıyorum. Ben bir oyun yazarıyım ama, bunun bedelini de oyunlarımı sahneletmeyerek, sahneletemeyerek ödüyorum diyorsunuz. Başka türlü mücadele etmek doğru değil diyorsunuz şu iklimde. Ve benim gibi mücadele etmeliler insanlar diyorsunuz. Benim gibi mücadele eden insanların sayısı çoğalırsa eğer bu mücadele kazanılır ve süreç daha anlamlı hale gelir diyorsunuz.

Coşkun Büktel - Şimdi benim durumum şu: Dezavantajlı bir durumum var. Evet, tiyatroyu çok sevdim, sinemadan yola çıkarak çok sevdim. Babam sinema kontrol memuruydu İzmir Belediyesinde ve sinemalar bana bedavaydı ve sinemayı çok sevdim. Tennessee Williams'ı, Arthur Miller'ı sinema dolayımıyla tanıdım ben. Ve adamları merak ettim. Onların oyunlarından yapılan filmler çok hoşuma gidiyordu. O oyunların asıllarını okumak istedim. O şekilde tiyatroyu çok sevdim. Bu benim bir şansımdı. Onları okumak kolay, gidersin Amerikan Kültür Derneği'nden aldım okudum. Param yetmezdi, piyasada bulmak da zordu zaten. Kendimi o şekilde geliştirdim. Bu işin kolay yanıydı. Ama, kendimi geliştirdikten sonra sıra oyun yazmaya geldiğinde oyun yazabilmek için bir takım şartların oluşması gerekiyordu. Mesela gürültü olmayan bir atmosfer gerekiyor. Bilmiyorum sadece benim yapım mı böyle, gürültü tamamen benim için mi tam bilemiyorum ama...

Sema Göktaş - Olabilir, konsantrasyon olması gerektiği kesin de, belki gürültü sizin için özeldir.

Coşkun Büktel - Evet evet, özel. Gürültüye hiç tahammülüm yok. Gürültüsüz bir ortam, ne bileyim, başka şey düşünmemeliyim. Konsantre olabilmek için, ne bileyim kirayı düşünmemeliyim, yarın ne yapacağımı düşünmemeliyim.

Sema Göktaş - Evet.

Coşkun Büktel - O para oraya ödendi mi, bu para ödendi mi, bunları düşünmemeliyim. Bunları düşünerek dizi senaryosu yazabilirim. Ama iyi bir oyun yazamam, bunu biliyorum. O yüzden üç senedir hiç teşebbüs bile etmiyorum. Şimdi herkes benim kadar şanssı doğmamış olabilir. Orhan Pamuk mesela, benim gibi sevebilirdi Tennessee Williams'ı filan, tiyatroyu sevebileceği bir noktaya gelebilirdi ve kendini geliştirebilirdi. Elinde çok olanakları vardı. Oyunlar yazabilmek için elinde iyi imkanları olabilirdi. Ama Orhan Pamuk beğenmediğim bir örnek benim için. Romanlarını beğenmediğim için, herhalde beğenmezdim oyun yazsaydı, çünkü romanlarını okunmaz buluyorum, herhalde oyunlarının da oynanmaz olacağını zannediyorum. Ama böyle olması şart değil. Başkaları çıkabilirdi. Orhan Pamuk'un imkanlarına da sahip olması gerekmez. Onun bildiğim kadarıyla zaten yazar olmadan önce de bir kaç tane evi filan vardı. Aristokrat bir aile...

Sema Göktaş - Başkaları derken?...

Coşkun Büktel - Çalışmadan yaşayabilecek, kendine ortalama imkanlar bulabilecekler arasından tiyatroyu sevebilecek, tiyatro yazarı olayım çok para kazanayım diye bakmayan, meseleye öyle bakmayan-

Sema Göktaş - Ama ben güç koşullarda yaşayan insanlar da tanıyorum. Oyun yazan ve oyunları sahnelenmeyen, daha fazla oyun yazan. Hakikaten yaşam gailesini çok ağır çeken oyun yazarları tanıyorum. Cuma Boynukara mesela.

Coşkun Büktel - Cuma'nın oyunlarını ben hiç beğenmem, söylüyorum Cuma'ya. Bizim Cuma ile çok yakın olduğumuz bir dönem oldu, altı ay bir yıl kadar süren bir dönem... Cihangir'de otururken, o da Cihangir'den bir arkadaşının bürosunda kalıyordu. Her gün görüşüyorduk neredeyse, o zaman ona da söylüyordum. Cuma da mesela kavgaya çağırdığımda gelmeyenlerden biridir. İyi hatırlattın. Dördüncü örneği de vereyim. Cuma Boynukara'nın oyunu, oynanacakken, prömiyer günü mü ne, kaldırıldı.

Sema Göktaş - Evet, genel provada kaldırıldı.

Coşkun Büktel - Genel provadan sonra kaldırıldı. Cuma Boynukara TOBAV'da basın toplantısı düzenledi. Ben oraya da gittim. Cuma Boynukara sadece yakındı, şikayet etti. Yani ağladı demeyeyim ama, yakındı sadece, kimseyi suçlamadı, kimse ile kötü olmayı göze alamadı. Cuma'ya gittim ben bu toplantıdan sonra, "Ya dedim, bu böyle olmaz, bunun hesabını soralım, mücadele edelim." Cuma "Yok abi yaa, bunlarla daha kötü olursak, o zaman hiç oynamazlar oyunumu falan filen" dedi. Kabul etmedi. Sadece kendi meselelerini ele alıyorsun diye bir suçlama mantıklı olarak getirilebilir bana. Çünkü bir görüntü var. Ama bu görüntünün arka planında, "bu" var arkadaşlar. Bunu herkes bilsin, bu vesileyle. Yani ben başka insanlara da gidiyorum. Gelin mücadele edelim, diyorum ama insanlar mücadeleyi göze alamıyorlar. Yok diyorlar, biz, iyi geçinerek filan, sıramızı bekleyelim, sırası gelince bizimkini de oynatırlar, diyorlar. Cuma hala sırasını bekliyor. İnşallah oynatırlar.

Sema Göktaş - Oynuyor zaten onun oyunu.

Coşkun Büktel - Nerede oynuyor?

Sema Göktaş - İzmir'de.

Coşkun Büktel - İzmir'de mi? Haberim yok. Sevindim. Ama ben Cuma'nın oyunlarını savunamam, sadece Cuma'ya yapılan o haksızlığa karşı çıkacaktım. Niye yani oyunu çektiniz? Adamın oyununu kabul ettiniz, o zaman neden çekiyorsunuz? Bunu savunacaktım, onun yanında o şekilde yer alacaktım. Yoksa bu oyun mutlaka oynanmalıdır, çok iyi bir oyundur dediğim bir oyunu yok Cuma'nın. Cuma'nın oyununun oynanmaması beni rahatsız etmez. Türkiye'de oyununun oynanmaması beni rahatsız edecek bir yazar tanımıyorum.

Sema Göktaş - Kendinizden başka.

Coşkun Büktel - Evet, kendimden başka.

Sema Göktaş - Ama bu sizi çok şey bir noktaya getiriyor.

Coşkun Büktel - Doğru.

Sema Göktaş - Çok marjinal, çok uç.

Coşkun Büktel - Çok sevimsiz.

Sema Göktaş - Evet, sevimsiz aynı zamanda.

Coşkun Büktel - Çok sevimsiz, iğreniyorum. 

Sema Göktaş - Bir de inandırıcı değil. 

Coşkun Büktel - Bu durumdan iğreniyorum. İnandırıcı?... "Theope"yi okuyanlar inandırıcı bulur ya da bulmaz, ben "Theope"ye güvenerek bunları söylüyorum. İnandırıcı kanıtları nerede derseniz, "Theope"de diyorum. "Theope"nin neden çok iyi oyun olduğunu anlatmak gereğini duymuyorum. Çünkü bunu gerektirmeyecek kadar çok iyi bir oyun olduğunu görüyorum. Ortaokul bitirmiş herkesin "Ooo!" filan diyebileceği bir oyun bu. Okuduğunda bambaşka bir şey olduğunu "herkes" anlayabilir, benim tezim bu.

Sema Göktaş - Ben tezinize katılmıyorum.

Coşkun Büktel - Bu bir risktir. Saygı duyuyorum bu riski göze almanıza.

Sema Göktaş - Ben buradan daha önce sorduğum soruya gelmek istiyorum. Bu bakış açısının bizi sürekli bir ümitsizliğe mahkum ettiğini düşünüyorum. Ya böyle mücadele edeceğiz, bu doğru mücadele yöntemidir, bu mücadele yöntemi de bizi daha az üretkenliğe taşır diye bir çıkış noktamız vardı az önce hatırlarsanız, bu da bizi ümitsizliğe götürüyor tiyatromuzun bugününe ve geleceğine dair.

Coşkun Büktel - Benim mücadelem ümitsizliğe götürmüyor. Benim gibi mücadele eden başka insanların çıkmaması, bu kalitede insanların çıkmaması ümitsiz bir durum.

Sema Göktaş - Ama bir dakika, bir şey söyleyeceğim.

Coşkun Büktel - Benim mücadelem değil, başkalarının mücadeleleri ümitsizliğe götürüyor.

Sema Göktaş - O zaman Cuma Boynukara örneğinden devam edeyim. Cuma Boynukara hiç kimsenin yazmadığı, şimdi de kim yazıyor ki, Kürt meselesini kimsenin yazamadığı bir dönemde kalktı, bölgesel birikimden ve deneyimden kaynaklanan duyarlıkla beslenmiş oyunlar yazdı. Atmosferi olan, inandırıcı kimlikleri olan sıcak oyunlardı onlar. Bu oyunları yazdı. Diyorsunuz ya oyunu genel provadan döndü, sahnelenmedi. Basın toplantısı yaptı, mücadele etmedi sadece yakındı. Bana göre onun mücadele yöntemi de o. Bana göre geriye dönüp bakıldığında, elimizde ne var diye, Cuma açısından elde bir şey diye düşünüyorum. Bu adam cesurca bu oyunları yazmış, göze almış. Göze almış yani bazı şeyleri. O yazmış, birey olarak yazmış, koskoca Devlet Tiyatrosu sahneleyememiş bu oyunu, duramamış oyunun arkasında. Taa oraya kadar taşımış, herşeyi yapmış, ama oyunu sahneleyememişler.

Coşkun Büktel - O oyunların arkasında ben de duramıyorum ama.

Sema Göktaş - Aynı nedenlerle değil. Söylediğiniz şey aynı şey değil.

Coşkun Büktel - Tabii onlar teknik olarak oyunların arkasında duramadıklarını söyleyemezler. Gerçi öbür nedenleri de kabul etmez onlar, bu oyunu Kürt halkının özgürlük mücadelesini savunduğu için oynamıyoruz da diyemezler.

Sema Göktaş - Benim demek istediğim, farklı mücadele yöntemleri olabilir. Tek mücadele yöntemi bu değildir. Cuma Boynukara'nın yaptığı da bir mücadele yöntemidir. Neden? Çünkü, Türk tiyatrosunun gündemi ile bu ülkenin gündemi hiç örtüşmemektedir. Ama hiç örtüşmemektedir. Koskoca Kürt sorunu varken ve başka yüzleşemediğimiz sorunlar varken bizim tiyatromuzdan hiç kimse cesaret edip çıkıp hiç kimse tek bir satır yazmamıştır. Çok tehlikeli bir dönemde Cuma bunu yazmıştır. Yazmıştır ve tiyatromuzda, yani bizim drama tarihimize bakıldığında tek örnek neredeyse bu oyunlardır ve cesaret gerektirir. Yazmak cesaret gerektirir, büyük risk almıştır. Buna ne diyorsunuz? Tamam teknik olarak şöyle böyle, katılmıyorum zaten size, adam takır takır öyle ya da böyle hissetmiş yazmış. Çok büyük risk almış ve Türkiye'nin gündemi ile yüzleşmiş. Ne diyorsunuz?

Coşkun Büktel - Şimdi ben aynı oyunları yazamam. O Cuma'ya düşen bir görevdi. Cuma en iyi bildiği şeyi yazmakla bir yazar olarak çok sağduyulu davranmış oldu. En iyi bildiği şeyi yazması bir yazarın akıllıca bir şeydir. Bu doğruydu.

Sema Göktaş - Evet...

Coşkun Büktel - O nedenle iyi bir şey yaptı. O coğrafyadan oyun yazarı çıkması çok zor. O yüzden de Cuma'dan başkaları çıkmamış olabilir. Çünkü yetişme şartları filan. Çok fazla oyun yazarı çıkma şansı olan bir yer değil. Çıkanlar da başka şeylere sapabilirdi. Başka şeyler anlatmaya çalışabilirdi. Korkabilirdi. Asıl kendi meselesini anlatmayabilirdi.

Sema Göktaş - Tabii ki, evet, mesela o coğrafyanın tüm oyun yazarları bu konuları ele almaya cesaret edemedi.

Erbil Göktaş - Murathan Mungan, Turgay Nar.

Coşkun Büktel - Murathan Mungan. Turgay Nar. Evet onlar da o bölgenin insanları ve onlar böyle şeylerle yüzleşmeyi tercih etmediler. Ama Murathan Mungan da, Turgay Nar... Turgay Nar çok zor... Turgay Nar'a oyun yazarı demem çok zor. Belki şairliğinden gelme bir yutturabilme imkânı var. Cuma Boynukara kadar ilkel görünmeyebiliyor. Cuma Boynukara ilkel görünüyor. Aslında otantik dememiz lazım ama onun otantikliği ilkellik gibi de görünebiliyor. Ya da Turgay Nar'ın o şiirsel... bence şiirsel de değil.

Sema Göktaş - Burada teknik değerlendirme yapmıyoruz ama.

Coşkun Büktel - Ben yapıyorum.

Sema Göktaş - Ama size sorduğum soru teknik bir soru değil ki, mücadele yöntemleri üzerine konuşuyoruz.

Coşkun Büktel - Anladım ama, ben her şeyi tekniğe de dayandırarak irdelemek istiyorum. Tamam, yani ne diyebilirim ki Cuma Boynukara'ya, görevini yapmış diyorum. Yapmaya çalışmış. Ama ötekiler başka konuda daha ustalıklı şeyler yapmışlar. Ben Turgay Nar'ı usta bulmuyorum. Murathan Mungan'ı usta buluyorum. "Geyikler ve Lanetler" hariç, o en usta görünen en saçma oyunu... Ama Turgay Nar işte o "Geyikler Lanetler" türünde ne kadar usta görünürlerse o kadar saçma şeyler yazıyorlar. Ne kadar klasik olurlarsa o kadar oyuna benzeyen makul oyunlar yazabiliyorlar. Cuma Boynukara'nın başka çaresi yok. Murathan Mungan ve Turgay Nar'ın numaralarını yapabilecek bir gücü yok. Oyun yazacaksa en iyi bildiği şeyi yazmak zorunda zaten, o nedenle bunları yazdı. Bence iyi etti.

Sema Göktaş - Evet.

Coşkun Büktel - Ama keşke Cuma Boynukara'da olmayan şeyler, Murathan Mungan'da "olan" Turgay Nar'da "olduğu varsayılan" şeyler Cuma Boynukara'da olsaydı, o zaman daha iyi oyunlar ortaya çıkardı. O zaman Cuma Boynukara daha tehlikeli bir adam sayılırdı. Şu anda oyunları zaten çok önemsenmediği için çok tehlikeli de sayılmıyor.

Sema Göktaş - Nasıl önemsenmiyor? Oyun dönmüş, oyun dönmüş!

Coşkun Büktel - Evet, oyun dönmüş de...

Sema Göktaş - Bunun nasıl başka göstergesi olabilir? Ne zaman kalkmış "Yoksun"u yazmış. Kürt sorunundan uzak bir sorun yazmış, adama o zaman kapı aralanmış. Yani sorun Cuma sorunu değil de...

Coşkun Büktel - Sorun Cuma sorunu.

Sema Göktaş - Neden?

Coşkun Büktel - Daha doğrusu sorun Cuma sorunu değil, evet.

Sema Göktaş - Evet. Mücadele yöntemi.

Coşkun Büktel - Hayır, Cuma yüzünden oyun kaldırılmıyor. Sorun Cuma değil yani. Sorun Devlet Tiyatrosunun bazı konuları yasaklı ilan etmesi. Ama bu konularda Cuma Boynukara tarzında oyun yazmak o kadar tehlikeli değil. Tehlikeli olsa...

Erbil Göktaş - Olur mu, Devlet Tiyatrosu biletleri satmış ve oyun bileti satıldığı halde kaldırılmış. Genelkurmay'dan gleen baskı sonucu oyun kalkmış.

Coşkun Büktel - Genelkurmay'dan baskı gelip gelmediğini bilmiyoruz. Siz...?

Sema Göktaş - Bilmiyoruz, tabii ki, bilmiyoruz.

Coşkun Büktel - Bana cesur ve inatçı diyorsunuz ama ben böyle bir cümle kurmazdım.

Sema Göktaş - Evet, bu konuları bilmiyoruz. Ne şekilde, hangi inisiyatif işletilerek oyun kaldırıldı bilmiyoruz. Kesin olan, oyunun kaldırılmış olması.

Erbil Göktaş - Evet.

Coşkun Büktel - O nedenle, ben de kendi varsayımlarıma göre oyunun kaldırılmasının hoş bir şey olmadığını düşünerek, Cuma'ya, mücadele etmek, tüm bunların hesabını sormak, oyunun kaldırılma nedenlerini, neden niçin olduğunu öğrenmek, bu konularda bilgi istemem için birlikte hareket etmeyi önerdim. Dediğim gibi aramızın yakın olduğu dönemdi. Cuma kabul etmedi. Daha önce de bir sürü başka kişinin kabul etmediği gibi.

Sema Göktaş - Evet. Ama iyi bir şey yapmıştır Cuma, dediniz. Ben o açıdan sormuştum bu soruyu. Bunun da bir mücadele yöntemi olabileceği savıyla bunu söylemiştim. Siz "Evet, o görevini yapmıştır" dediniz. Dolayısıyla cevabını vermiş olduğunuz. 

Coşkun Büktel - Valla bu mücadele yöntemine bir örnek daha vereyim. Savaş Aykılıç diye birisi var, bilirsiniz. Onu da eskiden tanırım. Karımla aynı kursa gidiyorlardı. Öğrenci oldu ama sonra Dil Tarih'te. O da bana bir keresinde şöyle bir şey demişti: "Ben senin gibi mücadele etmiyeceğim." demişti. "Sessiz ve derinden gideceğim." demişti. Doğru, böyle bir mücadele yöntemi var, sessiz ve derinden... Ben de ona şunu demiştim: "Sessiz ve derinden gideceksin ama..." demiştim, vardığın yerde... Yani sessiz ve derinden gideceğim demek, onların suyuna gideceğim, onlar gibi görüneceğim" demek. "Sonunda gücümü topladığında, asıl işte o zaman Coşkun Büktel gibi konuşacağım". Bu anlama geliyordu. Ben de, "Sonunda vardığın yerde, konuşmaya karar verdiğinde, sessiz ve derinden gidip yüzeye çıkmaya karar verdiğinde, konuşmaya hakkın olmayacak, o kadar çok kirlenmiş olacaksın ki." demiştim. Nitekim, bunu söylememin üzerinden on beş yıl kadar geçti. Şu an en kirli insanlardan biridir ve linççidir de üstelik. O kadar kirli olduğu yetmiyormuş gibi iğrenç oyunlar, oyun diye iğrenç şeyler yaptı. O kadar kirli olduğu yetmiyormuş gibi, bir de üzerine tüy dikmek üzere linçi de imzaladı, linç bildirisini... Yani ben o yönteme inanmıyorum. Sessiz ve derinden gitme, onların suyuna gitme yöntemine inanmıyorum. Onların yüzüne gülüp de ondan sonra gücünü toparladığında, yani bu Atatürk'ün yöntemi, herkesle ittifak kurup düşmanı savdıktan sonra öbürlerini temizlemek... Ya da Fransız İhtilalinde Danton'un kellesini kestiren Robespierre'in yöntemi... Herkesle ittifak kurarsın. Düşmanları temizledikten sonra, arkadaşlarını da yok edersin. Danton'un kellesini kesersin! Ama sonra Robespierre'in arkadaşları da onun kellesini kesiyorlar. Bu yöntemin sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Benimki bir yöntem değil zaten, ben dürüstüm o kadar. Dürüst davranıyorum. Bu bir yöntemse bilemiyorum. Başka türlü olamam ben.

Sema Göktaş - Evet.

Coşkun Büktel - Benimki bir mücadele yöntemi değil. Yaşama yöntemi. Ben böyle yaşıyorum. 


Sema Göktaş - Başka bir şey gelmiyor içimden. Teşekkür ederim. Sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı?


Coşkun Büktel - Yoo, sizce yeterliyse bence de yeterli.


Sema Göktaş - Teşekkür ederim.


Coşkun Büktel - Sağolun.