14 Aralık 2014 Pazar

Doğan'ın bu yazısını, zamanında değerlendiremediğimiz için özür dileriz!

Bitmez tükenmez ve vandalca bir geyik muhabbeti: "Theope"

Can Doğan

Doğrusu ya bilgisayarın başına oturup "Theope" konulu bir yazı yazacağım aklımın ucundan geçmezdi...

Geçmezdi, çünkü yıllar yılı bu uzamış da uzamış muhabbete taraf olmak istemezdim. Lâkin Şahin Ergüney adlı meslektaşımın www.tiyatrokeyfi.com'da yazdığı yazının bir yerinde parantez içinde ifade ettiği düşünceye rastlayınca konuya dair üç beş kelime etmeden edemezdim.

(Geçen yüzyılda, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda, Ali Taygun'un rejisiyle sahnelenen bu oyunun, Coşkun Büktel’in deyişiyle “vandalca budanarak” tanınmaz hale getirildiği herkesin malumudur. Pek çok tiyatrocu ve tiyatroseverin bu konudaki ortak görüşü, “Theope” ye haksızlık edildiği yolundadır.)

Şimdi, öncelikle bu "herkes" kimdir? Mesela o "herkes" denen soyut kavram beni de kapsıyorsa ben yukarıda, parantez içinde belirtilen ifadeye katılmıyorum...

Öncelikle Coşkun Büktel'i de Ali Taygun'u da yakinen tanıdığımı söylemek isterim. Theope'yi de taaa yazılma aşamasından itibaren beri bilirim... Ali Taygun'un mizanseniyle icra edilen halini de seyrettim... Bu hadisenin de "geçen yüzyıl" diye nitelenmesine bakmayın, hepi topu 14 yıl önce olduğunu da belirteyim...

Bir tiyatro oyununun seyirciyle buluşma süreci nedir?

Yazar yazar...
Yönetmen yönetir...
Oyuncu icra eder...
Seyirci seyreder...
Eleştirmen eleştirir...
Ve belki tarihçiler de kaydeder...

"Theope" de bu süreçten geçmiştir...

Sonuç itibariyle "Theope" Coşkun Büktel'in eseridir... İyidir kötüdür bilmem, ama taaa başında, Coşkun Büktel'in Sultanahmet'teki evinde ince şeritlere yazdığı dönemde okuduğum "Theope" maalesef "sahne eseri" olma özelliklerinin önemli bölümünü taşımamaktadır...

Oynansın diye değil okunsun diye yazılmıştır... Dünya edebiyatında bunun pek çok örneğini görebilirsiniz.

Bir tiyatro metninin kitaplaşması sürecinde elbette ki yazarın canı ne isterse onu yapabilir... Neticede onun kelimeleri harfi harfine kağıda basılacak ve okuyucu da okuyacaktır...

Ancak bir tiyatro metninin sahne üzerine taşınma süreci hiç de öyle değildir...

Yazarlık kız babası olmaya benziyor bu açıdan bakıldığında... Kızınızı besliyorsunuz, büyütüyorsunuz, yemiyor yediriyor, içmiyor içiriyorsunuz ve günün birinde küçükhanım bir gönlünü "el oğluna" kaptırıyor... Evleniyorlar ve nikah düğün derken kızla oğlan bir odada yalnız kalıyorlar...

İşte tam da bu noktada kızın babası odaya giriyor ve...

Saire...

Böyle bir şey olamayacağına, olursa da pek yakışık almayacağına göre babalar odalara, yazarlar da provalara pek girmemeli gibime geliyor...

Şimdi diyeceksiniz ki, adam kızı dövüyorsa, kötü davranıyorsa falan...

Çok kolay... Kız da durumdan hoşnut değilse boşanma gerçekleşir ve baba kızını yeniden evine alır...

Uzadı biliyorum, ama artık şu "Theope" üzerine yazılan çizilen (hele ki bu yazıyı bu işin nasıl olduğunu çok iyi bilen profesyonel tiyatro sanatçıları yazıyorsa) hakkaniyetle pek bağdaşmadığını teslim etmek istiyorum...

Coşkun Büktel, Ali Taygun'a "vandal" diyeceğine, bunun için oyunlar, makaleler yazacağına bir A4 kağıda "Oyunumun tiyatronuzda oynanmasını istemiyor, geri çekiyorum." yazıp imzalasa ve Harbiye Tiyatrosu'ndaki görevliye verseydi ne Ali Taygun Theope'yi "vandalca budayarak" tanınmaz hâle getirebilir, ne de şu ânda benim yazdığım yazı olurdu...

"Theope" keşke sadece kitap olarak kalsaydı... Sahneye çıkmasaydı... Böylece yazar yazarlığını yönetmen yönetmenliğini bilirdi...

Son söz olarak da şunu söylemek isterim... Netice itibariyle Ali Taygun da Theope'yi bir sahne eseri haline getirmek için aylarca çaba gösterdi... Sonuçta ortaya sahnede vücut bulan bir sanat eseri çıktı... Şimdi bu sahne eserine bunca saldırgan laf edilmesi de bir nevi vandallık olmuyor mu?...

(Kaynak: Sinekli Market)

***

Ayrıca bakınız:

Hilmi Bulunmaz, yalancı yazar Coşkun Büktel nedeniyle yine özür diledi!